Paylaş
Geçen 29 Ekim’de Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla Türkiye’nin Cenevre’deki BM Daimi Delegasyonu’nda düzenlenen, ev sahipliğini Büyükelçi Sadık Arslan’ın yaptığı ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da katıldığı davet işte böyle bir ziyarete sahne oldu.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, davette yaptığı konuşmada Türk-Rus ilişkilerini tarihi bir perspektiften değerlendirerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin doğduğu yılların Türkiye gibi “genç Sovyet Rusya” için de “zor yıllar” olduğunu söyledikten sonra şöyle konuştu:
“Türk halkına, Türk Cumhuriyeti’nin ulusal kurtuluşu ve ulusal kimliği için verdiği savaşa ülkemin yaptığı yardımın unutulmaması yolunda gösterdiği çabadan dolayı müteşekkiriz...”
Sözlerine devamla “Bugün...” dedi Lavrov, “Türkiye ve Rusya stratejik ortaklardır...”
*
29 Ekim günü yaşanan bu hadisenin, Türkiye ile Rusya arasındaki ilişiklerin siyasi düzeyde ne kadar sıcak bir hale geldiğini göstermesi bakımından büyük bir sembolizmi var.
Yakın yıllara kadar Türkiye açısından ‘stratejik ortak’ denildiğinde kastedilen ülke ABD olurdu. ABD ile ilişkilerde bugünlerde yaşanan sert savrulmalar da hatırlandığında, bu nitelemenin artık Rusya’ya atfedilmesi şaşırtıcı olmamaktadır.
Geride bıraktığımız 2019, Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerde özellikle 2017’de Astana süreci ile başlayan yakınlaşma yönelişinin iyice yerleştiği, güçlendiği bir yıl olarak hatırlanacaktır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya lideri Vladimir Putin’in karşılıklı ziyaretleri, sıkça telefonda konuşmaları artık rutin hadiseler olmaya başlamıştır.
İlişkilerde her alanda muazzam bir yoğunluk yaşanıyor. Putin, önümüzdeki hafta Rus doğalgazını Türkiye’ye ve Avrupa’ya taşıyacak ‘Türk Akımı’ boru hattının açılış töreni için Türkiye’ye gelecektir. Rusya, böylelikle doğalgazını Avrupa pazarına ulaştırabilme yollarını çeşitlendirirken, tabii en önemli ve sağlam müşterilerinden biri olan Türkiye’ye de yeni bir hatla -Mavi Akım’dan sonra- ikinci kez bağlanmış olmaktadır.
*
İkili ilişkilere 2019 yılında damgasını vuran olay, Rus yapımı S-400 hava savunma sisteminin ilk partisinin Türkiye’ye teslim edilmesidir. Geçen temmuz ayının ortasında Ankara’daki Mürted askeri havaalanına inen dev Rus kargo uçaklarının içinden çıkan S-400 parçaları, Ankara ile Moskova arasındaki yakınlaşmayı bütün dünyaya ilan ederken, aynı zamanda Türkiye’nin stratejik kimliği ile ilgili olarak Batı dünyasında, özellikle de Washington’da belirmiş olan soru işaretlerini daha da arttırmıştır.
Putin’in Kremlin’deki makam odasından baktığında, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkide ve NATO içinde bu nedenle belirgin bir çatlağın ortaya çıkmış olmasından kendi stratejik hedefleri açısından memnuniyet duyduğuna şüphe yoktur.
*
Türkiye ile girdiği yakın ilişkinin Putin bakımından değerli bir kazancı daha olmuştur. Şöyle ki, geçen ekim ayına kadar Fırat’ın doğusunda Suriye’nin kuzeyini ABD askerleri kontrol ederken, Amerikalıların yerinde bugün Rus askerleri devriye görevi yapmaktadır. Türkiye’nin ‘Barış Pınarı’ hamlesi Suriye jeopolitiğini tersyüz ederken, Rusya’nın bölgeye kuvvetli bir şekilde yerleşmesinin de önünü açmıştır.
Bunun gerisinde göz ardı edilemeyecek bir ortak payda var. Çünkü, Türkiye ve Rusya (ve İran), ABD’nin YPG üzerinden Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devleti yapılanmasının temellerini attığı yolundaki ortak bir tehdit değerlendirmesinde buluşmuşlardı. Türkiye’nin müdahalesi, bu yönüyle üç ülkenin üzerinde mutabık olduğu tehdidi ciddi ölçüde geriletmiştir. Erdoğan ile Putin’in Soçi’de 22 Ekim’de imzaladıkları 10 maddelik mutabakat belgesi belli ölçülerde bu ortak bakışın da bir ifadesidir.
*
Rusya, Türkiye ve İran’ın Astana süreci içinde başlattıkları işbirliği, bugün Suriye krizine siyasi çözüm çabalarında etkili bir mekanizma haline gelmiştir. Ancak bu süreç çok ciddi iç çelişkiler de barındırıyor. Bunun nedeni, Suriye iç savaşında Türkiye’nin silahlı muhalefetin, Rusya’nın da Esad rejimin yanında yer almasıdır. Suriye bağlamında birçok konuda yakın işbirliği yapan, istişare yürüten taraflar aynı zamanda dolaylı bir çatışma halindedirler... Örneğin, Türkiye İdlib’de silahlı muhalefetin alan kontrolüne dayalı mevcut statükonun devamını savunup bu yönde çaba sarf ederken, Rusya da bu statükoyu kırmak amacıyla savaş uçakları ile İdlib’deki sivil hedefleri bombalamakta, Türkiye’ye doğru göç dalgasını tetiklemekte bir beis görmemektedir.
Buradaki paradoks, iki ülke arasındaki ilişkinin bu çatışma durumlarını taşıyabilmesi, sahadaki krizlerin ilişkide bir çatlamaya yol açmamasıdır. Ortak çıkarların büyüklüğü, bir arada olmalarının yarattığı kritik yoğunluk, aralarındaki görüş ayrılıklarını bir şekilde yönetebilmelerini mümkün kılmaktadır. Ancak İdlib’de sahadaki kazanımlardan da görüleceği gibi, son tahlilde ilişkinin dengesinde ibrenin Rusya’ya doğru döndüğü bir asimetri şekillenmektedir.
*
Bu ilişkileri 2020 yılında bekleyen en kritik sınav Libya’dır. Çünkü burada da Suriye’de olduğu gibi taraflar sahada çatışma halindeki farklı aktörlerin yanında karşı kamplarda konumlanmış durumdalar. Putin, sahadaki paralı askerleri aracılığıyla Halife Hafter güçlerinin Trablus merkezine doğru ilerleyişini desteklerken, Erdoğan Trablus’taki Ulusal Uzlaşı Hükümeti’nin bu saldırı karşısında ayakta kalabilmesi için TBMM’den tezkere geçirip Libya’ya asker gönderme çabasındadır.
Putin ile Erdoğan arasındaki ilişkinin Libya’da zorlu bir sınavdan geçeceğine şüphe yok. Suriye’de olduğu gibi aralarındaki görüş ayrılığının ve sahadaki çatışmanın ilişkilerdeki yakınlaşmayı gölgelemeyeceği bir formül bulup bulamayacakları, Ankara ile Moskova arasında 2020’nin ilk ciddi sorusudur.
Paylaş