Paylaş
Günün rutini içindeki en önemli olay sabah başlayacak olan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in başkanlık edeceği Milli Güvenlik Kurulu toplantısıydı.
Saat 10.00 suları gibi olmalı. Birden Başbakan Bülent Ecevit’in Milli Güvenlik Kurulu’nu terk ederek Başbakanlığa döndüğü haberi geldi. Başbakan’ın MGK toplantısından ayrılması olağanüstü bir duruma işaret ediyordu. Bir krizin patlak verdiği belliydi.
Çok fazla beklemek gerekmedi ne olduğunu anlamamız için. Ecevit, saat 11.05’te Başbakanlık’ta bir basın toplantısı düzenleyerek “Bugün son derece üzücü bir olay oldu” diye söze girdi. “MGK toplantısının açılışında kamu görevlilerinin önünde sayın Cumhurbaşkanı son derece terbiye dışı bir üslupla bana ağır ithamlarda bulundu. Devlet geleneklerimizde yeri olmayan, eşi görülmedik bir davranışta bulundu” dedikten sonra ekledi:
“Ya kendisine aynı üslup içinde yanıtta bulunacaktım veya terk etmek zorunda kalacaktım. Onun için toplantıdan çıkmayı tercih ettim. Tabii ciddi bir krizdi bu...”
*
Krizin perde arkasını anlamak için o günkü Hürriyet’in dokuz sütun manşetten verdiği “Çankaya Baskını” haberini de hatırlamamız gerekiyor. Buna göre, Cumhurbaşkanı Sezer, kamu bankalarını denetlemek üzere kendisine bağlı Devlet Denetleme Kurulu’nu devreye sokmuş, kurulun müfettişlerini bu bankalara göndermişti.
Hükümetin, Zekeriya Temizel’in başında bulunduğu Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurumu (BDDK) bu konuda zaten yetkili olduğu görüşünden hareketle, Sezer’in hamlesinden rahatsızlık duyduğu Ankara’da bir sır değildi.
Ayrıca, ocak ayında savcı Talat Şalk’ın ANAP’ın kontrolündeki Enerji Bakanlığı’nı hedef alan “Beyaz Enerji” yolsuzluk soruşturmasında Ankara’daki bazı diplomatik temsilciliklere başvurup belge istemek gibi yöntemlere yönelmesi de hükümetin eleştirilerine yol açmıştı. Bu soruşturma da hükümetle Sezer arasındaki bir başka rahatsızlık konusuydu.
*
Sezer, bu arka plan içinde toplanan MGK’nın girişinde uzun bir konuşma yaparak, DSP- MHP-ANAP koalisyon hükümetinin yolsuzluklar konusundaki tutumunu sert bir üslupla eleştirmiş, kendisinin Anayasa’dan kaynaklanan yetkilerini kullandığını belirtmişti.
Ecevit, bakanların, bürokratların, komutanların önünde Cumhurbaşkanı tarafından böyle bir muameleye maruz bırakılmayı kabullenemeyerek MGK’yı terk etmişti. Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan da Ecevit’i savunmak üzere Sezer’e yanıt verince, içeride gerilim iyice yükselmişti. Bu arada, Sezer elindeki anayasa kitapçığını Ecevit ile Özkan’a doğru fırlatmıştı.
Ecevit’in ardından bakanlar da salonu topluca terk edince, Cumhurbaşkanı Sezer, içeride komutanlar ve bürokratlarla baş başa kalmış, toplantı yapılamamıştı.
*
Hükümetten gün içinde gelen ağır eleştiriler karşısında Cumhurbaşkanı Sezer, akşam saatlerinde bir açıklama yaparak kendisini savundu. Cumhurbaşkanlığı’nın açıklamasında, Sezer’in MGK toplantısının girişinde bir konuşma yaparak, yolsuzlukla mücadele konusunu ve anayasal yetkilerini gündeme getirdiği duyuruldu. Açıklamada, Sezer’in “Yürütmenin yargıya müdahale etmesinin doğru olmadığını” ve “Yolsuzluk savlarının üzerine ödün vermeden kararlılıkla gidilmesi gerektiğini vurguladığı” da belirtildi.
İlginç olan bir nokta, açıklamada “Başbakan’ı da aşarak araya giren bir bakanın saygı dışı bir müdahale, söz ve davranışlarına” dikkat çekilmesiydi. Cumhurbaşkanı’nın eleştirdiği kişi, Hüsamettin Özkan’dı. Gazetelere yansıyan haberlerde Özkan’ın toplantıda Sezer’i “nankörlük”le suçladığı da yazıldı.
*
Değerli arkadaşım Soli Özel ile YouTube’daki kanalı için 19 Şubat krizinin 20’nci yıldönümü dolayısıyla dün yaptığımız sohbet öncesinde o günlerin arşivlerini karıştırırken, bu krizi bütün sıcaklığıyla yeniden hatırladım.
Tabii, bu tatsız olayın sonuçları MGK salonu içinde kalmadı. Borsa çakıldı, Türk parası dolar karşısında büyük bir değer kaybına uğradı, 21 Şubat’ta gecelik repo faizleri yüzde 7.500’ü gördü. Ziraat Bankası ile Halk Bankası ilk kez takas açıklarını kapatamayıp 3 milyar dolar açık verdiler. Piyasalar altüst oldu. Özetle, Türk ekonomisi karaya oturdu. Sonraki haftalarda, aylarda batan şirketler, toplu işten çıkartmalar en çok izlediğimiz haberlerdi.
Aslında 2000 Kasım ayında yaşanan orta ölçekteki ekonomik krizin ardından ekonomide ciddi bir reform ihtiyacı teslim edilmekle birlikte, koalisyon hükümeti siyasi maliyetini göze alamadığı için özellikle kamu bankalarıyla ilgili reform adımları sürekli öteleniyordu. Ekonominin makro dengeleri üzerinde birikmiş olan basınç MGK’daki hadisenin tetiklediği siyasi krizle birden boşalınca, Cumhuriyet tarihinin o güne kadarki en ağır ekonomik krizi de patlak verdi.
Peki Türkiye içine düştüğü bu sert krizden nasıl çıkacaktı? Türkiye’nin ekonomik rasyoneller üzerine inşa edilecek bir krizden çıkış programına, yeni bir öyküye ve dış kaynak ihtiyacı açısından uluslararası finans sistemine de güven verecek bir kadroya ihtiyaç vardı. Bu noktada hükümet kendi içinden bir çözüm üretemeyince, Başbakan Ecevit, Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Kemal Derviş’i davet etti. Derviş, Washington D.C.’den Ankara’ya gelerek bütün yetkileri eline aldı ve kurduğu ekiple birlikte “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”nı hazırladı. Türkiye, bu programla sancılı bir süreç içinde yavaş ancak istikrarlı bir şekilde kriz koşullarından çıkmaya başladı.
*
Tabii, o sabah Başbakan Ecevit’in MGK toplantısından ayrıldığını duyduğum an sonrasında neleri yaşayacağımızı öngörebilecek durumda değildim. Bugün tam 20 yıl sonra geriye baktığımda, nehrin yatağının nasıl köklü bir şekilde değişmiş olduğunu çok daha iyi görebiliyorum. Ancak o güne ilişkin bazı sorular hâlâ zihnimde asılı duruyor.
Kuşkusuz, bir Cumhurbaşkanı’nın yolsuzluklar meselesinde duyarlı olması ve yetkilerini kullanması hiçbir şekilde sorgulanamaz. Buna karşılık bu dosyayı açmak için uygun zemin ulusal güvenlik konularının görüşüldüğü MGK mı olmalıydı? Sezer’in Cumhurbaşkanı makamında oturması, Ecevit’e karşı, Başbakan’ın toplantıyı terk etmek zorunda kalmasına neden olan o üslubu kullanmasını haklı çıkarır mıydı? Bu konuyu baş başa ya da dar bir grup içinde ele almaları daha isabetli olmaz mıydı?
MGK’nın sahne olduğu krizin bir dizi önemli sonucu oldu. Koalisyon hükümetinin çareyi kendi içinde üretememesi ve dışarıdan bir seçeneğe yönelmesi, toplumda o dönemdeki siyaset kadrolarının işlevsizliğine dönük algıyı iyice yerleştirdi. Siyaset kurumunun bir bütün olarak toplum gözünde ciddi bir şekilde yıpranmasına, büyük bir güven erozyonuna yol açtı.
Ayrıca, Sezer ile hükümet arasında patlak veren krizin yolsuzluklar üzerinden ortaya çıkması, kaçınılmaz olarak siyasetçi sınıfının yolsuzluklarla özdeşleştirilmesini beraberinde getirdi. Krizde işsiz kalan, fakirleşen, gelir kaybına uğrayan, tasarrufları buharlaşan geniş kitlelerin kızgınlığı siyasete duyulan tepkileri iyice tırmandırdı.
*
Olayların akışı içinde Fazilet Partisi’ni 22 Haziran 2001 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması, ardından Milli Görüş hareketindeki bölünmenin derinleşmesi ve 14 Ağustos 2001 tarihinde AK Parti’nin kuruluşu 19 Şubat krizi sonrasındaki kritik dönemeç noktalarıdır.
Ecevit’in sağlık durumunun 2002 Mayıs ayında kötüleşmesiyle derinleşen siyasi krizle birlikte 3 Kasım 2002’de gidilen erken seçimde ülkeyi kaplamış olan siyasi iklim, -başka bir dizi faktörün yanı sıra- önemli ölçüde 19 Şubat 2001 tarihinde MGK’da yaşanan krizin de bir uzantısıydı.
Seçim, TBMM’de AK Parti ve CHP’nin bulunduğu iki partili bir Meclis yaratırken, siyasi partilerin kayda değer bir bölümünün tasfiye olmasıyla sonuçlanacaktı. 19 Şubat 2001 sabahı Ecevit’in MGK toplantısını terk ettiğini duyduğumda bunu nasıl tahmin edebilirdim ki?
Paylaş