Paylaş
Daha önceki seçimlerde Alevi kimliğinin siyasi saiklerle mesele edilmesine genellikle suskun kalmış olan Kılıçdaroğlu’nun, bu kez ölçülü bir üslup içinde kimliğini vurgulaması, pek çok siyasi gözlemciye göre bu konunun kendisine karşı kullanılmasının önünü kesmek bakımından etkili olmuştur.
Buna karşılık “Cumhur İttifakı”nın adayı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu noktada da kendisini eleştirmiş, “Dini kimliğimizin tek bir adı var, o da Müslümanlıktır... Şiilik, Alevilik, ne karıştırıyorsun bunları? Kim sana bugüne kadar böyle bir şeyi sordu ki, ama dert başka...” diye konuşmuştur.
Ancak Erdoğan’ın 2011 genel seçiminden önce miting meydanlarında birçok kez Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliğini doğrudan gündeme getirdiği arşiv bilgisi olarak bütün kayıtlarıyla mevcuttur.
*
Adaylığının açıklanması öncesinde yürütülen tartışmalar sırasında Kılıçdaroğlu’nun Alevi kökeni, kabul edelim ki çok yüksek sesle telaffuz edilmese de adaylığıyla ilgili değerlendirmelerde üzerinde durulan faktörlerden biriydi.
Türkiye’de 2023 yılındaki bir seçim kampanyasında ülkenin ana muhalefet partisi liderinin mezhebinin mevzu olabilmesi bile Türkiye’nin sancılı bir Alevi sorununun bulunduğunun açık bir tezahürüdür.
Bu sorun, özellikle 1999 yılı sonunda Türkiye’nin AB’ye tam üyelik adaylığının açıklanmasından sonra başlayan süreçte ülkenin en çok tartışılan konularından biri haline gelmiştir.
AK Parti iktidarının inisiyatifiyle çalıştaylar düzenlenmiş, AİHM ve AYM’den muhtelif ihlal kararları çıkmış, mevzuatta bazı düzenlemelere gidilmiş, ardından bu adımların yeterli olup olmadığı yolundaki tartışmalar gündeme girmiştir.
Bütün bu tartışmaların yarattığı toz bulutunu araladığımızda karşımıza çıkan tablo, Türkiye’nin kendisini bağladığı Avrupa insan hakları ve hukuk ölçüleri çerçevesinde, üzerinde teşhis konmuş ve çözüm yolu gösterilmiş ciddi boyutlarda bir sorunun karşımızda durduğudur.
Seçim kampanyalarında her seferinde yükselen “O onu dedi, bu bunu dedi” tartışmaları geride kaldığında, değindiğimiz sert gerçek yerinde durmaya devam etmektedir.
Bu gerçek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) geride bıraktığımız yıllar içinde almış olduğu, önemli bir bölümü uygulanmamış, bir bölümünün uygulanıp uygulanmadığı ise tartışmalı olan bir dizi ihlal kararının varlığıdır. Bu ihlaller, Türkiye’nin bu meselesinin hangi boyutlarda olduğu hususunda bize bir ayna tutuyor.
*
Bu kararlara baktığımızda, öncelikle 1) AİHM’nin Alevi çocukların zorunlu din kültürü derslerine sokulmasından dolayı 2007 yılında verdiği bir ihlal var. (Hasan ve Eylem Zengin /Türkiye kararı.)
Mahkeme, daha sonra bu kararını bir adım ileri götürmüş ve 2) 2014 yılında bu derse katılmak istemeyenlere dini inançlarını açıklama yükümlülüğü getirilmesine dönük düzenlemeye de ihlal vermiştir. (Mansur Yalçın ve Diğerleri kararı.)
Özetle AİHM, çözüm olarak zorunlu din kültürü derslerinin veliler açısından hiçbir açıklama yükümlülüğü olmadan seçmeli hale getirilmesini beklemektedir.
*
Keza AİHM’nin 3) Cami, kilise ve sinagog gibi ibadethanelere tanınan elektrik faturalarının ödenmemesi şeklindeki muafiyetlerden cemevlerinin yararlandırılmaması nedeniyle yine 2014’te verdiği bir ihlal kararı var. (Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı /Türkiye.)
Bundan daha önemlisi, 4) AİHM Büyük Daire’nin 2016 yılında aldığı bir karar, önceki kararlarına da atıf yaparak mahkemenin bu konudaki en kapsamlı içtihadını oluşturuyor. (İzzettin Doğan ve Diğerleri /Türkiye.)
Bu kararda Türkiye’ye ihlal, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne ilişkin 9’uncu maddesi ile bununla bağlantılı olarak Sözleşme’nin “Ayrımcılık Yasağı” başlığı altındaki 14’üncü maddesinden verilmiştir.
Bu kararda “Aleviliğin Türk toplumu ve tarihinde derin kökleri bulunan ve ayırt edici özelliklere sahip bir dini inanç olmasına rağmen, dini bir zümre (mezhep) olarak yasal bir korumaya sahip olmamasına” dikkat çekilmiştir. “Cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmemesi, dini liderlerinin hiçbir yasal statüsünün bulunmaması” kararın diğer önemli tespitleri arasındadır.
Özetle, Alevilere dönük bir “ayrımcılık” yapıldığını belirten bu karar, cemevlerinin ibadethane sayılması gerektiğini vurguluyor.
*
Türkiye, altına imza attığı akitler çerçevesinde Avrupa Konseyi üyesi olarak AİHM kararlarını uygulama yükümlülüğü altındadır. Avrupa Konseyi’nin siyasi kanadı olan Bakanlar Komitesi, AİHM kararlarının uygulanmasını denetleyen organdır. Komite, belli aralıklarla AİHM’nin Alevi meselesiyle ilgili Türkiye hakkında verdiği bu ihlal kararlarını da gözden geçiriyor.
Bakanlar Komitesi’nden çıkan gözden geçirme belgelerinde bu ihlal kararlarının dördü de uygulanmadıkları gerekçesiyle açık durmaktadır.
Bu dosyaların geçen mart ayında yapılan Bakanlar Komitesi toplantısında değerlendirilmesi bekleniyordu. Ancak programlanmış olan bu keyfiyet, komitenin önümüzdeki haziran ayındaki toplantısına ertelenmiştir.
Geçen kasım ayında Türkiye’de Alevi meselesiyle ilgili yapılan yeni düzenlemelerin uygulamasını bekleme eğilimi de bu ertelemede rol oynamış olabilir.
*
Bundan altı ay önce atılan adımların Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından ne ölçüde yeterli bulunacağı Alevi meselesi bağlamında önümüzdeki dönemin en önemli sorularından biridir. Bunlardan cemevlerinin elektrik ve su harcamalarının devlet tarafından karşılanması yolundaki düzenlemenin AİHM’nin “Cumhuriyetçi Kültür Merkezi Kararı”ndaki beklentiye belli ölçülerde yanıt verdiği öne sürülebilir.
Buna karşılık aynı düzenlemeler çerçevesinde Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde “Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı”nın kurulması ve bu birime koordinasyon ve ödenek aktarma yetkisinin tanınması yolundaki adımın nasıl karşılanacağı henüz açıklık kazanmış değildir.
Burada cemevlerine ibadethane statüsü verilmeyerek kültür merkezi gibi görüldüğü gerekçesiyle, düzenlemenin AİHM açısından yetersiz bulunması ihtimali göz ardı edilmemelidir.
Öte yandan, zorunlu din derslerinin seçmeli hale getirilmesi konusunda şu ana kadar AİHM tarafından kayda geçirilen beklentileri karşılayacak bir gelişme sağlanmış değildir.
*
Tabii bu noktada yalnızca AİHM değil Anayasa Mahkemesi’nin de geçen yıl “Hüseyin El Ve Nazlı Şirin El” başvurusunda zorunlu din dersleri konusunda benzer bir ihlal kararı aldığını hatırlatalım. AYM’ye göre, zorunlu din kültürü dersleri mevcut müfredatıyla din kültürü ve ahlak bilgisi öğretiminden çıkıp Anayasa uyarınca tercihli olması gereken “din eğitimine dönüşmüştür”.
Bir başka anlatımla, AYM’ye göre ya müfredatı değiştirilmeli ya da bu ders seçmeli hale getirilmelidir. Anayasa’nın 153’üncü Maddesi’ne göre, AYM kararları yasama, yürütme ve yargı açısından bağlayıcıdır. Yani uygulanması zorunluğu vardır.
Önümüzdeki seçimde sandıktan hangi sonuç çıkarsa çıksın, Türkiye’yi üstlenmiş olduğu yükümlülükler çerçevesinde Alevi meselesinde atması gereken kapsamlı adımlar bekliyor.
Ve bu köklü reform yapılmadığı sürece Alevi sorunu, AİHM’nin de tespit ettiği üzere, bu vatandaşlarımız açısından ayrımcılık yaratan bir konu olarak Türkiye’yi gölgelemeye devam edecektir.
Paylaş