Paylaş
Hoş geldin sarı yaz... Kimi ayrı yazıyor, kimi birleşik. Kimi eylülde başlatıyor, kimi ekimde. O yüzden tarihlerini bir kenara bırakalım, tarifinden başlayalım sarı yazın. Zaten artık hangisi tam ne zaman, mevsimler de kaydı.
Sonbaharla birlikte Güney Ege’de yaşanan bir mikroklimanın adı bu. Sıcaklar makul seviyelere iniyor; gündüz şort, akşam uzun kollu giyiliyor, deniz sakin ve çarşaf gibi, öğle saatinde denize girilebiliyor, gece klimaya ihtiyaç duyulmadan uyunabiliyor.
Deniz bile ayrı bir lokum. Hava hazirandaki gibi sıcak olmadığı için ne dışarıda darlanıyorsunuz ne denize girdiğinizde henüz ısınmamış suyla ürperiyorsunuz.
Ama asıl fark insanlarda. Yerli ve yabancı turistler el ayak çekmiş oluyor, onların gürültülü su sporu cihazları, yüksek müzikli tekneleri, sesleri birbirine karışan eğlenceleri de...
Koylar motor yağından, beach’ler güneş yağından arınıyor.
Hiçbir yerde kalabalık, kuyruk, acele yok. Garsonlar bile daha sakin ve telaşsız.
Yemekler, sunumlar daha özenli; en güzel odalarda yer var ve daha ucuz.
Görmek / görülmek değil, demiz-kum-güneşin tadını çıkarmak isteyenler çoğunlukta.
Şapırdata şapırtada puro içen abiler, ortalıkta “Aşqııım” diye dolaşan ördek dudaklı ablalar çoktan büyük kentlere göç etmiş.
En aile işletmelerinde bile çocuklu insan o kadar az ki. Çoğunluk, okullar açılıyor diye şehre dönmek zorunda olmayan, çoluğu çocuğu büyütüp eleğini asmış üst-orta yaşlılar ya da henüz çocuk yapmamış insanlar.
Nedense bana daha gustolu geliyorlar. Gece çıkmak izin cuma-cumartesi curcunasını değil, çarşamba ya da pazar akşamlarını tercih eden doymuş, sindirmiş insanlar gibi.
Sarı yazı Bodrum Gölköy’de karşılıyorum. Kumsal boyunca yan yana sıralanmış işletmelerin en eskilerinden Daphnis Otel’de.
Odadan çıkıp 15 adım attığınızda, önce çim, sonra kum, nihayet yarı belinize kadar denizin içindesiniz. Burası ne alt ne üst, orta sınıfın tam ortası bir işletme.
Şezlongdan şezlonga sohbetler, ısmarlanan meyve, kuruyemiş gibi siparişlerden diğer tatilcilere de ikramlar...
Hemen oracıkta kurulan dostluklar, sehpalar birleştirilerek oynanan kâğıt oyunları, kışın da görüşmek üzere sözleşmeler...
Sabah denize 5 dakika bile önce girenin diğerlerinden gün boyu daha kıdemli olması: “Siz suyu asıl 07.00’de görecektiniz...”
Ergenliğimdeki yazlık günlerine ışınlanmış gibiyim.
Zaman bile daha yavaş akıyor, tatil daha uzun sürüyor sanki.
Sarı yazdan bakınca yaz boyu bir beach’ten öbürüne, bir etkinlikten diğerine, bir happy hour’dan başka bir partiye koşturmalar ne anlamsız, ne yorucu, ne “boş yere hararetli” geliyor şimdi.
Tamam, kırmızı sezon çok güzel ama eğer tatil insanıysanız bu yıl olmasa bile seneye bir küçük fırsat da sarı yaza tanıyın.
Pişman olmayacaksınız.
Hafta sonu Haliç’i kahve kokusu saracak
Cumartesi ve pazar günü Haliç Kongre Merkezi’nde “Kahve Zirvesi” var.
Dünyanın dört bir tarafından gelen kaliteli kahveleri tatma fırsatının yanı sıra en teknolojik ekipmanları tanıma imkânı, kahve hakkında güncel bilgiler, yaratıcı atölyeler ve moderatörler eşliğinde sektör uzmanlarından ufuk açıcı söyleşiler olacak.
Yalnızlıktan kaçarken doluya tutulmak
Adı en son dünya şampiyonu eskrimci Miles Chamley-Watson ile anılan Cansu Dere, Vogue dergisine konuştu:
“Kendi tercih ettiğin bir şey olduğunda yalnızlık şahane bir şey. İnsanlar yalnız kalabilirlerse mecburiyetten de kurtulur...”
Ne doğru bir tespit. Etrafımızda sırf yalnız kalamadığı için bir ilişkiyi devam ettiren, yalnız kaldığı anda “Ben şimdi kiminle olacağım” telaşına düşen o kadar çok örnek var ki. Ama korkunun ecele faydası yok. Bu kaygıyla yürütülen ilişkiler aslında bir bağımlılık türü ve o mahrumluk duygusuyla eninde sonunda tekrar yüzleşiyorsunuz.
Bir ilişki herhangi bir ihtiyaçtan değil de kendiliğinden, olması gerektiği için başlıyorsa güzel, sağlıklı ve muteber.
“Efendimiss”in yüzüğü gibi
Hadise evlilik yüzüğünü takmadığı konser sırasında gözyaşlarına hakim olamadı, eşi Mehmet Dinçerler’in de artık yüzük takmadığı ortaya çıktı.
Dün Hürriyet’te okudum.
Krizin Dinçerler çocuk isterken, Hadise’nin şu anda sıcak yaklaşmadığı için çıktığı konuşuluyor. İkilinin yüzük takmamasını ayrılacaklarının işareti kabul edenler var.
Ben tam tersini düşünüyorum. Herkesin gözünün kaldığı, aile içinde kriz çıkaran, eski alacaklıların mahkemeye başvurmasına neden olan o pahalı yüzük zaten en başından beri hiç yaramamıştı çifte. “Yüzüklerin Efendisi”ndeki gibi uğursuz bir şey mübarek. O yüzüğü takmazlarsa daha huzurlu olacaklarına dair inancım tam.
Ama ispatlayamam.
Paylaş