Paylaş
İngiliz yaşam dergisi Tatler, zenginliğin yeni sembollerini duyurmuş. Bu tür haberler bütün dünyada hemen alıcı bulur, çeşitli mecralarda dolaşıma girer.
Türkiye’de de öyle oldu tabii. Yalnız bizim için biraz fazla “Batılı”.
Mesela zenginliğin yeni kriterleri arasında “nakit taşımamak” var. Bizde olmaz. Bahşiş bile bırakacaksan, onu Batı’da olduğu gibi kredi kartıyla ödediğin hesaba ekleyemezsin.
Tiko para bırakacaksın masanın üstüne. Sonra çıkışta arabanı getiren valeye de soramazsın “Üstünde post cihazı var mı” diye...
Yeni zenginliğin bir diğer alameti “çok çocuk sahibi olmak”mış... Brad Pitt, Kim Kardashian gibi çok çocuklu ünlüler sıralanıyor arkasından.
Bizde çok çocuk yapmak zenginlik alameti olsaydı, nüfusun 70 milyonunun İsviçre ayarında yaşaması gerekirdi.
Ve doğudan batıya doğru değil, batıdan doğuya doğru artması gerekirdi refahın.
“Hırka giymek”, “Broş ya da yaka iğnesi takmak” gibi belirtileri de varmış zenginliğin.
Yaka iğnesini bilemem, olabilir. Ama hırka söz konusuysa anneanne sandıklarına nur yağdı demektir.
Bizim rahmetli bilse bu kadar zengin göstereceğini hiç eve saklar mıydı hırkalı hallerini? Giyer giyer sokağa fırlardı.
Ama biliyordum, zaten gösterişten hoşlanmayan, kendi halinde mütevazı bir Karadeniz kadınıydı.
Maddelerden biri de “Eylemlere katılmak”... En komiği de bu.
Tarık Akan’ın kendi babasının fabrikasındaki işçi grevine destek vermesi gibi şeyler ancak “Yeşilçam fantazisi” olabilir bu topraklarda.
Ne güzel filmdi 1973 yapımı “Oh Olsun”...
Hatırlarsınız, Kemal Sunal’la kardeşti, birlikte fabrikatör babaları Hulusi Kentmen’e karşı işçilerle greve katılıyorlardı. Gerçek hayatta da birçok eyleme destek verdi ama orada da bu sefer eylem var, para-zenginlik yok.
Yani yine tutmuyor Tatler’ın formülü.
Göstergelerden bir diğeriyse “cep telefonu kullanmamak”.
Hadi canım siz de. Buna cevap bile vermeyeceğim, burası Türkiye...
Takip etmiyorum
Keşfet’ime düştü...
Oyuncu Ayşecan Tatari suda doğum yaptı ve bu anı sosyal medyadan paylaştı.
Tatari fotoğrafta su dolu bir şişme havuzda.
Kafasını havuzun kenarına yaslamış, hemen başucunda da bir görevli bekliyor.
Üstünde doğum kıyafeti. Hiçbir müstehcenlik yok.
Yine de böyle bir paylaşım yaptığı için eleştirenler olmuş.
Böyle özel bir durum nasıl paylaşılırmışmış... Yahu size ne?
Eşi Edip Tepeli de haklı olarak vermiş veriştirmiş kötü yorum yapanlara.
“Kötü niyetli insanlar ‘ne der, nasıl bakar’ diye kendimize otosansür uygulamayalım” diye bitirmiş sözlerini.
Evet, durum gittikçe öyle yıldırıcı bir hal alıyor ki insanlar “Aman ne gerek var” diyerek temel hürriyetlerini bile kullanmaktan imtina eder hale geliyor.
Üstelik şöyle yeni bir boyutu var bu işin: Şimdiye kadar “Madem beğenmiyorsun, takip etme kardeşim” denirdi bu insanlara.
Bu son olayda yorumculardan biri “Sizi takip etmiyorum ama Keşfet’ime düştü, o yüzden yazıyorum” demiş.
Yandık, artık takip edip etmemesi de mühim değil yani. Sosyal medyaya giren herhangi bir şeyden rahatsız olma hakkı bulabiliyor kendinde.
Gün geçtikçe pervasızlaşan, saldırganlaşan bu güruha karşı Ayşecan&Edip çiftini tebrik ediyorum.
Kızları Müjgân’la birlikte mutlu bir hayat diliyorum.
Seçme ve seçilme hakkı
Okan Bayülgen’in programına konuk olan Defne Samyeli, kadın-erkek ilişkileriyle ilgili açıklamalar yaptı.
Diyor ki: “Erkekler kendilerini fasulye gibi nimetten sayıyor. Sanırım yetiştirme tarzıyla ilgili. Sanki kadınları seçen onlar. Biz kendimizi erkeklere beğendirmek zorundaymışız gibi hayata bakıyoruz...”
Ama bu biraz doğanın kanununa aykırı değil mi?
Seçici olan dişi, seçilen erkek aslında. Atasözü bile yok mu: Bir kızı bin kişi ister bir kişi alır.
Kadınların da alımlı olmak, beğenilmek, “seçilen” olmak için elbette bir sürü çabası var günlük hayatta. Ama bir de erkeklerin diğerleriyle yarışıp daha çok para kazanmak, daha iyi araba sahibi olmak, daha mühim kariyer yapmak gibi zorunluluklarını düşünsenize.
İki gıdım adele yapacağım diye spor salonlarında döktükleri terleri saymıyorum bile.
Paylaş