Paylaş
Genç bir kadının kilolu olduğu için beach’e alınmadığı iddiasıyla çektiği video sosyal medyanın gündeminde.
Çeşme’deki Momo Beach için araya adam sokup rezervasyon yaptırdıkları halde alınmadıklarını anlatıyor kadın. Arkadaşlarından birine bunun kilolu olmalarından kaynaklandığı söylenmiş.
İşletme tarafı bu iddiayı yalanlıyor. Ben de bir yanlış anlama durumu olduğunu düşünüyorum, çünkü içeride birçok kilolu insan gördüm.
Ama burada ilginç olan birkaç nokta var. Şöyle ki; Momo, Türkiye’nin en popüler beach’lerinden.
Ünlüler plajı gibi. Televizyondan, gazeteden, sosyal medyadan tanıdığınız, bildiğiniz kim varsa Çeşme’ye gidince soluğu orada alıyor.
Deniz değil, ortam satıyorlar. Görme/görülme yeri. Zaten dertleri deniz satmak olsaydı arkada tarım yaptıkları bahçeler var, oraya da şezlong atarlardı. Atmıyorlar.
Giriş ücreti 500 lira. İçeride de 1500 lira harcama yapmak zorundasınız. Yani bir şey tüketin ya da tüketmeyin, kişi başı 2000 lira harcıyorsunuz.
Her babayiğidin denize girmek için savurabileceği rakamlar değil bunlar.
Neyse ki hanımefendinin maddi gücü yerindeymiş, buraya girmek istemiş.
İnsan parasıyla gideceği bir yere rezervasyon yaptırmak için bir de araya neden adam sokar, onu anlamış değilim.
Bir de kapıdan alınmayınca bir çeşit insan egosu, reddedilmişlik, beğenilmemişlik duygusu giriyor devreye.
Hesaplı tatil görgü meselesidir
Maksat denize girmekse Çeşme’nin en güzel sahili Momo değil, Ilıca Plajı zaten. Halka açık. Ser havlunu, beş kuruş da para ödemeden sür keyfini.
Ama derdin ille de “filanca yerden selfie paylaşmaksa” bizi de derdine ortak etme diyesim geliyor.
Mesela Hakan Meriçliler örneği taze düştü önümüze. Almış sevgilisini, sandalyesini halk plajından girmiş denize. Susadıkça, acıktıkça da marketin yolunu tutmuş. Parası mı yok beach’e girmeye? Yoo ama hep söylerim, hesaplı tatil bir görgü meselesidir diye.
Geçenlerde ben de gittim Bodrum’daki Kumbahçe Halk Plajı’na. Denizse beach’tekiyle aynı deniz.
Plaj büfesindeki Bilal Bey sabahtan akşama kadar yağdırıyor şezlongunuza: Limonataysa limonata, buzsa buz, meyveyse meyve.
Bodrum’dan bir başka örnek de Bardakçı Koyu. Bence Bodrum’un en güzel sahili.
Zeki Müren de tekneyle gelip hep buradan denize girermiş.
Koyda iki büyük otel var: Salmakis ve Azka. Şezlonglarını, şemsiyelerini koymuşlar, ücretli beach hizmeti veriyorlar.
Ama her iki otelin tam arasında 25-30 metrelik bir halk plajı kısmı var. Atıyoruz şemsiyemizi, misss... Plaja girerken de çıkarken de otellerin sahilini kullanma hakkımız var. Yanımızda yiyecek-içecek de götürüyoruz. Çünkü şezlong kiralamayana beach’ten satış yapmıyorlar. Keşke onu da yapsalar. İsteyen şezlong kiralasın, isteyen bir şey yiyip içmesin, isteyen ücretsiz halk plajında otursun da ekstradan yediğini içtiğini ödesin.
8 bin 500 kilometrenin neresine sığışamadık?
Havlu Hareketi kıyıların halka açılmasını savunuyor. Datça, Çeşme, Altınova’da protestolar düzenlediler. İyi güzel, tamamen destekliyorum. Ama şunu da es geçmeden: “Senede 3-5 gün tatil yapıyorum. Paramla güzel hizmet, kaliteli servis, konforlu ortam istiyorum” diyen de mevcut bu ülkede. O insanların haklarını da ellerinden almadan yapılmalı düzenlemeler.
Her işletme dil, din, cinsiyet, ırk, dış görünüş ayrımı yapmadan herkesi almalı tabii ama...
Diğer taraftan sadece zayıfları alan beach de, kiloluları alan beach de, kelleri alan da, bronzlaşmış (Fedon Beach) ya da henüz hiç yanmamış insanları alan beach (Peynir Beach) de olabilmeli bence.
Demokratikleşsin artık bu sahiller. 8 bin 500 kilometre kıyısı var bu memleketin, neresine sığışamadık?
Benim anlayamadığım, istenmediğiniz yere girme ısrarı. Berlin’de bir gece kulübüne gitmiştik, bende kısa kollu spor gömlek vardı, “Gömlekli alamıyoruz, sadece tişört” dediler, döndüm gittim. Kuralları bu, ne yapacağım?
Dön git! Değer mi bir de orada çabalamaya, çırpınmaya?
Olmuş bunlar olmuş
Oyuncu Leyla Tanlar, bikinili pozunu paylaştı, sevgilisi Burak Dakak altına şöyle yorum yaptı: “Çok güzelsin aşkım, silsene...” Burak’ın bu yorumu sonrası Leyla da sildi fotoğrafı.
Şimdi hemen maçoluk, şu, bu diye dalanlar olacaktır ama ben tam aksine sevimli bir yan gördüm bu mesajlaşmada. Burak belli ki sevgilisini kıskanmış. Ne var bunda? Mesela Pelin Akil de kocası Anıl Altan’a fotoğraf sildirtiyor.
Mesela Anıl çıkmış köpük köpük araba yıkıyor, köpükleri üstüne bulaştırmış, üstü çıplak, seksi seksi pozlar çekip yüklüyor. Pelin Akil mutfaktan altına yorumu basıyor:
“Babasın sen, baba. Çabuk sil o fotoğrafı yoksa intikamım ağır olur.” Gülüyor insan.
Burak’ın durumu daha zor evli olmadıkları için. Kıskanıyorsun, rahatsız oluyorsun ama Pelin Akil misali girişemiyorsun.
O yüzden “Çok güzelsin aşkım” yazmış. Önden gazı alacak. Sonra istemiş silmesini.
Telefonda da söyleyebilir bunu aslında. Ama kıskanmasını herkesin önünde paylaşabilmesi de sempatik bir özgüven.
Kendi içinde oksimoronu da var: Çok güzel / ama sil. Leyla fotoğrafı kaldırdığına göre iş tatlıya da bağlanmış. Olmuş bu, olmuş. Etrafa gülümseme, pozitiflik yayan bir ilişki olmuş.
Paylaş