Paylaş
Hepimiz öyle büyümedik mi: Turizm neydi?
Sevgiydi, emekti.
Gelen her turist memleketimize üç-beş kuruş daha döviz getirisi, ülkemizin tanıtımı ve hakkımızda yurtdışında sürdürülen kara propagandalara karşı kendimizi savunmamız, adam adama markajla derdimizi anlatabilmemiz demekti.
Türkiye’nin dışa açılmaya başladığı 80’li yıllarda TRT’de kamu spotları yayınlanıyordu turistlere karşı nasıl kibar davranmamız, onları ülkemizin nasıl birer kültür elçisi olarak görmemiz gerektiği konusunda...
Hemen her kesim için milli bir görevdi bu turizm işi.
“Bacasız fabrika” diyorduk bu mucize sektöre.
Kendimizi turizmden aslan payını alan İspanya, İtalya, Yunanistan gibi ülkelerle kıyaslıyor, 1986’da Türkiye’ye ancak 2-3 milyon turist gelirken İspanya’nın her yıl nüfusu kadar turist ağırlamasına hayıflanıyorduk.
Henüz haberimiz yoktu: 30 yıl içinde dünyanın en önemli turizm coğrafyalarından birine dönüşecektik.
Dünyanın en çok turist çeken 10 şehri arasına hem İstanbul’u hem de Antalya’yı sokacaktık.
Önce sayılar önemliydi: “Geçen yıl şu kadar, bu yıl bu kadar turist geldi” diye.
Sonra nitelik ağır basmaya başladı.
Anladık ki uluslararası turizm acentalarına kişi başı 10-20 dolara sattığımız odalarda kalan “ucuzcu” turistlerin akarsularımıza, denizlerimize günde akıttığı şampuanı bile arıtma, temizleme imkânımız yoktu o paraya.
Daha zengini, daha çok para bırakanı gelsin diye uğraştık.
Fakat aradan geçen 40 yıllık sürede trend tersine dönmeye başladı.
O yıllarda özendiğimiz İspanya’nın, başkent Madrid, Barselona, Mallorca, Kanarya Adaları gibi turistik merkezlerinde halk sokağa dökülüyor, turist gelmemesi için protesto gösterileri düzenliyor.
Çünkü turist demek sadece otellerin, restoranların, müzelerin, plajların daha fazla iş yapması demek değil artık.
Airbnb gibi sistemler sonucu kiraların artması, her yerde kuyruk ve kargaşa, ekstra trafik, gürültü, restoranda, kafede, barda fiyatların artması demek aynı zamanda.
Yıllarca bu işin ekmeğini en çok yiyen İspanyolların geldiği son nokta bu.
Biz henüz o aşamada değiliz tabii ki.
Hâlâ bu yıl gelen turist sayısı, seneye edeceğimiz muhtemel gelir gibi şeyleri büyük bir iştahla konuşuyoruz.
Ama işte ne pahasına?
İrem Derici’nin 40’lı yaşları
26 yaşındaki oyuncu Mert Ramazan Demir bir an önce 30’lu yaşlarda olmak için sabırsızlandığını açıklamış...
37 yaşındaki İrem Derici “B.k var, gel” diye cevabı yapıştırmış.
İrem Derici’nin bu hergele çıkışında çok samimi bir şey yatıyor aslında.
İnsan gençken henüz çok kredisi olduğunu düşünüp ileriki yaşlara bir özenti, bir atılganlık duyuyor içinde.
Ama yaş kemale erdikçe, yani eldeki kredi bitmeye yüz tuttuğunda şöyle sahte bir teselli sunmaya başlıyor kendisine ve çevresine:
“40’lı yaşlar en güzel yaşlarmış. Valla ben kendimi 50’imde buldum... 60 yaş artık orta yaş sayılıyor ayol...”
Dahası da var: “Şimdiki aklımla keşke 30’larımda olsam...”
Yok artık, hem Bodrum hem cam kenarı. Oysa hepimiz gayet iyi biliyoruz ki ebediyete akan her 10 senede neye, nereden bakmamız gerektiğini daha iyi öğrenmemize rağmen, gözlerimiz artık eskisi kadar iyi görmüyor...
Öyle parlamıyor, öyle ışık saçmıyor.
İrem sana kötü bir haberim var.
Yalan söyleyecek değilim, 40’lı yaşlar 30’ları da aratıyor.
Ben daha hiç...
∆ Soğuk suya girip de “Dışarıdan daha sıcak” demeyene...
∆ Soğuk suya girip de “Alışınca çok güzel” reklamı yapmayana...
∆ Soğuk suya girip de “Kendime geldim, ayıldım valla” yalanı basmayana...
∆ Soğuk suya girip de “Cennet ayol vatanımız cennet” propagandası yapmayana...
∆ Soğuk suya girip de “Sakın atlama, buz gibi buzzz!” açık sözlülüğü gösterene rastlamadım.
Sen girdin, bir şey dedik mi? Senin bedenin, senin kararın.
Ama bizi bir sal da...
Paylaş