Paylaş
Sahte olabilir mi:
Tabii ki olabilir. Artık şop’la neler yapılmıyor ki? Ayrıca belge gerçek ama garsonlar eğlence için basmış olabilir. Ama öyle bir durumda, kasayla depo bağlantılı. Yani kasadan çıkan içkiyle depoda kalan içki birbirini tutmalı. Bu içkileri kasadan öylesine düştüğünüz anda, depodaki bütün sayım şaşar. Başınız büyük belaya girer. Kolay kolay hiçbir garson böyle bir topa girmez.
Doğru olabilir mi:
Tabii ki olabilir. Fişin üstünde yazan yer, Ruby. Ortaköy’de eski Anjelique’in yerine açılan, Boğaz’ın en lüks mekânlarından biri. Çoğu müşteri arabayla bile değil, teknesiyle yanaşıyor önüne. Pusulada “Masa #1” yazıyor. Belli ki bunlar “yağlı müşteri”. En öndeki, en “faça” locaya kurulmuşlar.
Kim bu hesabı ödeyen:
İsmini bilmiyoruz. Ama 7 kişiymişler. Çünkü “Kuver 7” ibaresi var fişte. Bu kadar şampanya içildiğine göre kutlama için gelmişler. Ya yeni bir iş bağlantısı ya doğum günü gibi... Bana işle alakalı bir kutlama olması daha mümkün görünüyor. Çünkü hesabın kesildiği saat 15.59. Doğum günü vesaire olsaydı akşam saatleri olurdu.
Bu kadar hesap geçirilir mi:
Zengin bile olsa kimse kazıklanmak istemez. Ama 19 bin liralık hesap pusulasında 4 şişe şampanya, 1 şişe cin, bir şişe viski, üç de kokteyl görünüyor. Şampanya, cin ve viski en lüks markalardan. Hatta viskinin yanında “18Y.O” yazması 18 yıllık olduğu anlamına geliyor. Long Island kokteyllerin tanesine 100 lira yazmışlar. Bahsi geçen içkilerin fiyatıyla kıyaslandığında panik yapacak bir şey yok, kimse kimseyi kazıklamamış.
1750 lira bahşiş yazılır mı:
Türkiye’de yazılır. Çünkü bu tür lüks yerlerde servis elemanlarının çoğunlukla sembolik bir maaşı vardır, bahşiş üzerinden para kazanırlar. Neden “Türkiye’de” dedim? Çünkü yurtdışında zaten hesabın yüzde 10’u kadar bahşiş bırakma kültürü vardır. Bu bizde oturmadığı için garsonlar kafadan hesaba ekleyip sağlama alıyor. E 17 bin 500 liralık hesabın bahşişi de 1750 lira.
Yedi kişi o kadar içkiyi nasıl içti:
Kokteyller hariç, 6 şişe içki görünüyor. Bir kişi kokteyl içmiş olsa geriye adam başı bir şişe kalır. Ama öyle değil. Şişelerin dördü şampanya. Patlatınca zaten yarısı köpük olarak dökülüyor, ziyan oluyor. Ayrıca 19 bin hesap ödeyen adam şişeyi bitirmek zorunda değil. İçtiğin içer, gerisi kalır. Bitmedi diye sardırıp yanında götürecek hali yok.
Sultan, barışmak için evine gitti
Çarşamba günü, Atilla Dorsay’ın evinin salonu. Sehpada ev yapımı poğaçalar, börek, cheesecake, demli çaylar...
Kanepede oturan Türk sinemasının “Sultan”ı Türkan Şoray.
Her zaman taktığı iri siyah gözlüklerini çay bardağının yanına koymuş. Tabağında sadece bir dilim börek, biraz da cheesecake var. Böreğe hiç dokunmamış, keki biraz tırtıklamış. Sol yanında Atilla Bey, sağ yanında eşi Leman Hanım oturuyor.
Bu ziyaretin sebebi, Türkan Şoray’ın yüce gönüllülüğü.
Bir süredir dargın oldukları Dorsay’ın “ayağına kadar” onunla barışmak için gitti.
Büyük bir Türkan Şoray hayranı olan Dorsay ile Şoray 1970’ten beri, tam yarım asırdır arkadaş.
Hatta arkadaştan öte. Fakat araları aylardır açıktı.
Atilla Dorsay şöyle anlatıyor:
“Bir kalp ameliyatı geçirdim. Tanıdığım herkes aradı, sordu, takip etti. Bir tek Türkan Şoray en başta bir kez aradı, sonra bir daha ses seda yok. Halbuki en iyi dostum, ailemizin bir üyesi gibi. Çok kırıldım. Aylar, aylar sonra tekrar aradı. O kırgınlıkla tatsız konuştum. ‘Yeni kitap yazdım, yine sizden bahsediyor; artık alıp okursunuz’ dedim. ‘Alıp okursunuz’ sert bir laf tabii. Normalde kitabı benim ona ulaştırmam gerekirdi. Hemen anladı. ‘Size geleceğim’ dedi.”
Türkan Şoray, Dorsaylar’ın evinde üç saat oturmuş. Her şey konuşulmuş. Şöyle anlatmış durumu: “Hayatımda ilk defa uzun ve lüks bir tekne tatiline çıktım. Kendim için böyle bir şey yapmaya ihtiyacım vardı. O sırada ihmalkâr davrandım.”
Türkan Şoray evinize kadar gelmiş, çayınızı içmiş, mazeret belirtip özür dilemiş... Çok da seviyorsunuz, çok da hayransınız... Affetmez misiniz?
O üç saatte bütün buzlar erimiş tabii. Zaten fotoğrafta görülüyor. Türkan Şoray’ın eli, Leman Dorsay’ın elinde.
Lakaplar mı insanlara bir şekilde cuk oturur yoksa insanlar mı zamanla kendilerine takılan lakapların kalıbına girerler; bilmiyorum.
Tek bildiğim... Kimseye boşu boşuna “Sultan” denmiyor.
Banu ile Bülent
Haftanın en güzel haberi Banu Alkan’dan geldi. Daha önce bereber gezi programı hazırladıkları Bülent Ersoy’la yeni bir projede buluşacaklarmış. Umarım bir aksilik olmaz da severek izleriz. BBG evi gibi, 7x24 bu iki insanı yayınlasalar izlerim. Ekranda gördüğüm anda gözüne fener tutulmuş tavşana dönüyorum, o şaşkınlıkla yerime çivilenip kalıyorum. İş ki... Önceki gezi programı “Dünya Güzellerim”deki gibi ellerine senaryo tutuşturmasınlar. Normal hallerini yayınlasınlar. Zaten o halleri komik.
Paylaş