Paylaş
Ne haftaydı ama!
Borsa mı?
Hayır. Borsadan değil, Londra'nın soğuğundan, trenlerden ve Cambridge Üniversitesi'nde 550 yıllık bir sınıfta duran Erasmus'un iskemlesinden söz ediyorum.
Anlatayım.
CAMBRIDGE
Geçen hafta başında İstanbul'da borsacılar bayram yaparken ben Cambridge'in yolunu tutuyordum.
Cambridge, İngiltere'nin dünyaca tanınmış üniversitesinin bulunduğu yer. 30'dan fazla kolejden oluşan bir eğitim merkezi. Her biri bağımsız birer küçük üniversite düşünün. Trinity Koleji, King's Koleji vs'nin toplamına Cambridge Üniversitesi deniyor.
Bu kolejlerden birisinde konferansa katılacağım. Bu arada bir kaçamak yapıp Londra civarında yeni kurulmakta olan ve uluslararası finansal piyasalara yönelik eğitim veren son derece dinamik bir kurumu ziyaret edeceğim. Önemli.
Planım, uçakla Londra'ya, oradan da trenle Cambridge'e...
TREN
İlk yanlış, yola ince bir ceketle çıkmışım. Ama Londra buz gibi.
Derece sıfır. Lapa lapa kar yağıyor.
Elimde de kurşun gibi bir valiz.
Sonunda titreye titreye kapağı trene atabildim. Tren dolu.
Tam oturacak bir yeri gözüme kestirmiştim ki, bizim valizin önüne bir çocuk atladı. Başına bir şey gelmesin diye durup annesini beklerken taaa uzaklardan şişman bir hanım geldi, koşup bizim yeri kaptı. (‘‘Suçunu’’ biliyor, yan gözle de bana bakıyor.)
Neyse, ne de olsa bir saat, idare ettik. Cambridge'te indik.
Cambridge'te karla karışık yağmur yağıyor. Tren istasyonunda uzun bir taksi kuyruğu var. Ve bende de şemsiye yok.
İstasyon New York'ta olsa içinde şemsiye, gazete falan satan bir büfe açarlar, bir Hintli'ye kiraya verirler. Hint müziği dinlerken başınıza ucuz bir şapka, gazete veya 3 dolarlık bir şemsiye alabilirsiniz.
Ama burası İngiltere.
Klas.
ŞÖVALYE
Neyse. Yağmur altında yarım saat bekledikten sonra bir taksi. Otel ve... Cambridge Üniversitesi'nin ünlü koleji.
Üniversite, New York'takiler gibi yolgeçen hanı mı sanıyorsunuz? Yol sorduğum kişi:
‘‘Şu gördüğün binaya gidip siyah kapının zilini çalacaksın’’ dedi.
Kapıyı yaşlıca bir İngiliz bayan açtı. Beni toplantı salonuna davet etti. Bina yıkılacak gibi. Ahşap. Beş yüz elli yıllıkmış. Geçtiğim koridorda yağlıboya tablolar sıralı. Eski dekanlar, prensesler, üniversiteye destek veren kişiler vs...
Gözüme bir tablo çarptı. Çok etkileyici. Şövalye giysisinde bir adam. Altına baktım, adamın ismi, yanında:
Parlamento üyesi diyor.
Belinde kılıcı, çok sükseliydi.
İMKB
İşte tam o anda aklıma nedense bizim borsa geldi. Cep'ten gazeteye bir telefon. Hayri Bey:
‘‘Hocam, borsa yüzde 7 yukarıda’’ demez mi?
‘‘Yok, nasıl olur’’ derken orada bir sandalyeye oturayım dedim. Sandalye eski mi eski. Yamulmuş. Tam bir köşesine ilişecekken bir yazı gözüme çarptı.
‘‘Erasmus'un sandalyesi’’ diyor.
Ünlü düşünür Erasmus bu odada ders vermiş. Bu sandalyede otururmuş. Tarihi unuttum. Üç veya dört yüz yıl önce.
DÖNÜŞ
Neyse kısa keseyim. Görüşmeler iyi geçti. Dönüş vakti geldi.
Bu sefer uçak dolu. Konserve kutusundaki sardalyalar benzeri New York'a indik.
Cuma akşamı saat 6.00. Ofise uğramaya vakit var.
Ofiste New York piyasalarından arkadaşlar arayıp mesaj bırakmışlar. Türkiye ile ilgilenen bir profesyoneli hemen geri aradım.
‘‘Neredeydin?’’
Anlattım.
Bizim arkadaş telefonun öbür ucunda birkaç saniye durdu.
‘‘Oğlum sen adam olmazsın’’ dedi.
‘‘İstanbul'da ne bulursan al dönemi. Millet parayı kamyonla götürüyor. Sen Cambridge'te Erasmus'un iskemlesi ile uğraşıyorsun. Adam olmazsın.’’
(Bizim arkadaş Türkiye'yi iyi bilir.)
Paylaş