Paylaş
Ahmet Ümit çok pratik bir şekilde sanki kırk yıldır yemek yapıyormuş gibi rahat hareket ediyordu. Yazarken nasıl kaleminden edebiyat akıyorsa, yemek anlatırken de ağzından bal damlıyordu. Tabii, müthiş bir yazar olarak, aralara edebi sözler sıkıştırmayı da ihmal etmedi. “Her şey kalpte başlar, kalpte biter” dedi mesela sözün bir yerinde. Başka bir zaman da “Yemek de roman gibidir, her gün bir şey öğrenirsiniz” dedi. Sevgili Ahmet Ümit’in sarf ettiği özlü sözler beni gülümsetti.
Yılların yemek tadıcısı, gurmesi, lezzet avcısı ve gezgini Mehmet Yaşin de çok becerikli ve bitirim bir çırak tavrında, usta aşçı Ahmet Ümit’le uyum içindeydi. Birlikte muhteşem bir program yaptılar. Kamera arkasına gizlenip bir yandan onları izlerken bir yandan da notlar almak çok keyifliydi. İşini bu denli tutku ve aşkla yapan çok az insan vardır diye düşünmekten kendimi alamadım.
ÇİĞKÖFTE: KADINLA ERKEĞİN MUHTEŞEM BİRLİKTELİĞİ
Ahmet Ümit çok iyi yaptığı çiğköfteyi anlatırken, ilginç bir benzetmeyle bizi yine şaşırttı. Bulguru ve salçayı erkeğe, iki kez çekilmiş kıymayı da kadına benzetti. Çiğköfteyi de kadınla erkeğin muhteşem birlikteliği, uyumu ve lezzeti olarak tanımladı.
“Nasıl ki şekeri fazla olan bir tatlı iyi olmazsa acısı çok bir çiğköfte de lezzetli olmaz. Çiğköfte dediğin yumuşak olmalı ama dişe de değmeli” diyerek yemek yapmakta da ne kadar usta ve ayrıntıcı olduğunu gösterdi.
Bu arada işlerini kolaylaştırmak için koşturan bendenize de iltifat etmeyi ihmal etmediler. Ahmet ümit gülümseyerek, “Bak Mehmetçiğim, ben sana diyorum ya; Sahrap gibi kadınlar insanın hayatını kolaylaştırır” dediğinde, Mehmet Yaşin eminim sevgili eşi Ülker’i de düşünerek “Her eve lazım” dedi ve gevrek gevrek güldü.
Ahmet Ümit artık çiğköfte yapımını tamamlarken, son aşamada çiğköfteye zeytinyağı kattı. Hem mideyi korur, hem parlaklık verir hem de çok yakışır diyerek.
Onlar mutfağımda yemek yapıp sohbet ederken, ben de hayatımda ilk kez edebi bir çiğköfte yoğurma ritüeline şahit oldum.
Bu arada Mehmet Yaşin’in, içgüdüsel olsa gerek aklı fikri kulağı gözü hep yemekteydi. “Aman Ahmetçiğim elini korkak alıştırma, koy şu pul biberden biraz daha” derken, bir eliyle de patlıcanı közlüyordu.
Bir yanda sumak ekşili çorba, bir yanda alinazik, bir yanda da çiğköfteyi görünce dayanamadı ve “Ya, bir de kokulu televizyon çıksa” dedi.
Düşünsenize; yemek programı seyrediyorsunuz, o anda odaya kokular yayılıyor. O kadar ilham verici, kışkırtıcı bir durum ki, kokuyu alan herkes mutfağa koşturup yemek pişirecektir!
İkilinin sohbeti o kadar keyifliydi ki, sonunda onlar da birlikte bir polisiye yemek romanı yazmaya karar verdiler.
Konsepti de şöyle kurguladılar: Bir cinayet işleniyor, ardından bir yemek tarifi veriliyor, sonra bir cinayet ve bir yemek tarifi daha. Ve böylece kitap bitiyor. Bir gün bu kitap projesi gerçekleşirse, muhtemelen adı “Polisiye Tarifler” olur ve aynı zamanda karın doyuran bir kitap çıkar ortaya.
Bütün bunlar olurken zaman geçmesin istedim ve kârlı bir kış gününde mutfağımda misafir ettiğim bu muhteşem ikiliyle kalbimi paylaştığımı hissettim.
Paylaş