Çok özel bir lisan bence sanat. İnsanlar arasında görünenin ötesinde bağlar kuran, ne olduğumuzu, nereden geldiğimizi sorgulatan, duyguları dalgalandıran, aslında farklılıklarımıza rağmen ne kadar benzer olduğumuzu hatırlatan bir yol. Mağara resimlerinden bu yana insan olmanın vazgeçilmez bir parçası. Canım İstanbul eylül ayından beri, ne mutlu ki sanatın istilası altında. Contemporary Istanbul’un 17’nci edisyonuyla aynı tarihte başlayan 17. İstanbul Bienali, yeni sezonda perdelerini açan tiyatrolar, operalar, baleler, müzikaller, bugünlerde devam eden 26. İstanbul Tiyatro Festivali ve dahası... İnsanların coşkusunu gördükçe, zor zamanların ardından ruhumuzun iyileşmek için sanata ne kadar ihtiyaç duyduğunu bir kez daha fark ediyorum.
Neredeyse çini kalmadı
Bir seri sergiden öte farklı platformlarda bir buluşma alanı olarak tasarlanan İstanbul Bienali’nin bazı mekânlarını, yoğun programıma rağmen Ayrıcalıklı Rotalar programının çekimleri vesilesiyle gezme şansım oldu. Özellikle şehrin gizli hazinelerini bir süreliğine yeniden canlandırdıkları ve hafızalarımızı tazeledikleri için İstanbul Kültür Sanat Vakfı’na teşekkür ediyorum. Şimdi sizi de çok etkilendiğim birkaç mekânda ufak bir gezintiye çıkarayım.
Çinili Hamam
Pantokrator Manastırı ya da günümüzdeki adıyla Zeyrek Kilise Camisi, Zeyrek’in en ünlüsü olsa da The Çinili Hamam özellikle geçirdiği restorasyon sonrasında özel bir ilgiyi hak ediyor. Bu çifte hamam 1540–1546 arasında, Kaptanıderya Barbaros Hayrettin Paşa tarafından Mimar Sinan’a ısmarlanmış. Beşiktaş’ta dini eğitim veren bir okula maddi destek sağlamak amacıyla inşa edilen yapı, Sinan’ın bilinen en erken tarihli hamamları arasında ve Osmanlı hamam mimarisinin en önemli örneklerinden biri. Yapı aynı zamanda Ferzan Özpetek’in ünlü ‘Hamam’ filminin bazı bölümlerinin çekildiği yer.
18’inci yüzyılda bölgede yaşanan depremler ve yangınlar sonrasında hamamın duvarlarını kaplayan ayırt edici mavi-beyaz İznik çinileri tahrip olmuş ve 1874’te Parisli bir antikacı tarafından satılarak Avrupa’nın en önemli müzelerinin koleksiyonlarında yerini almış. Yurtdışındaki çinileri görmek için maalesef Victoria&Albert, Louvre veya British Museum’a gitmeniz gerek. Bu çinilerin bir kısmı hâlâ hamamın erkekler kısmının sıcaklık bölümünde görülebiliyor. 19’uncu yüzyılda bir İranlı tarafından bağışlanan mermer çeşme, gösterişli kemerler ve süslü kubbeler de dikkatli gözlerden kaçmayacaktır. Gürsel ailesinin özverili çabasıyla 2010’dan beri süregelen titiz restorasyon çalışmalarının ardından mekân, müze-hamam kompleksi olarak faaliyete geçecek. Bienal izleyicileri açıldığı tarihten neredeyse 500 yıl sonra, kadınlar ve erkekler bölümleriyle yeniden özgün işlevine kavuşmadan önce, mekânın hamam bölümlerini görme fırsatı buluyor.
Siirt Pazarı’na geçin
Bu büyüleyici mekânı ilk gün sanatçı Jeff Koons ile gezdim. The Çinili Hamam’ın ardından hemen yakınındaki Siirt Pazarı’na gittik. Siz de öyle yapın. Halk arasında Küçük Siirt olarak bilinen pazarın farklı atmosferi İstanbul’daki kültür çeşitliliğinin en canlı örneklerinden. Oradan çıkıp Valens Su Kemerleri’nin altından geçin. 1.600 yıllık bir tarihin içinden geçmek çocuklar için oldukça sıradışı bir deneyim...
Doğası sizi büyüleyecek
BOLU
Sonbaharın güzelliğinin adeta resmigeçit yaptığı bir yer Bolu. Sünnet Gölü, Gölcük ve Abant Tabiat Parkı gözde duraklar. Popülerin dışındaki rotalara meraklıyım derseniz Çayköy Göleti, Şirinyazı, Aladağ Göleti, Sülüklü Göl, Karagöl, Çubuk Gölü gibi alternatifler de var. Her gittiğinizde doğanın büyüsüne kapıldığınız Yedigöller’i saymazsak listemiz eksik kalır. Bolu’ya 42 kilometre uzaklıktaki bu coğrafya sonbaharda tam bir renk cümbüşü! Bu doğa harikası, adını sahip olduğu 7 gölden almış: Büyükgöl, Seringöl, Deringöl, Nazlıgöl, Küçükgöl, İncegöl ve Sazlıgöl.
Şarj olmuş gibi hissedeceksiniz
KARTEPE-KOCAELİ
Kışın kayakseverlerin adresi olan Kartepe sonbaharda daha da güzel. Şelale, dere, orman, sessizlik… İster günübirlik ister hafta sonu gidin, burada geçirdiğiniz vakitte şarj olmuş gibi hissedeceksiniz. Gitmişken Maşukiye’ye uğrayın. Yayla Deresi’nin alabalıklarını da tatmayı ihmal etmeyin.
Tarihe keyifli bir adım
Cazibesini gölüne borçlu
Ohri
En güzel Balkan kentlerinden biri olan Ohri, cazibesini büyük ölçüde aynı adı taşıyan gölüne borçlu. Avrupa’nın en eski, en derin ve en berrak suyuna sahip göllerinden biri. Eski şehir bölgesi, UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde. Ohri civarında geçmişte 365 kilise varmış fakat birçoğu günümüze ulaşamamış. Dünyanın en eski Slav manastırı olan Saint Pantelejmon ise hâlâ ayakta. Sveti Naum ve Treskavec manastırlarını da görmeyi unutmayın.
‘Suç ve Ceza’ya ilham vermiş
St. Petersburg
Keşif yolculuğu her zaman önce özden başlıyor. Halka halka genişlediğini hissediyor insan aradıkça, buldukça, öğrendikçe... Sonra o dalgalar başka dalgalarla karışıyor ve muhteşem bir mozaik oluşuyor. Her şeyi kaydeden su gibi, kültürler de birikerek bir kayıt oluşturuyor özümüzde. En çok da doğduğumuz ve doyduğumuz coğrafyaların etkisiyle şekilleniyor hayatlarımız. O sebeple bu hafta sizi, yaşadığınız şehri farklı bir gözle yeniden keşfetmeye davet ediyorum. Yazıda sizin için lezzet durakları da gizledim.
Öncelik megakentimizin
Biliyoruz-bilmiyoruz demeyin, İstanbul’u keşfetmeye Tarihi Yarımada’dan, Sultanahmet’ten başlayın. En göz önünde ama en çok ıskalanan yerdir burası. Sıfır noktasıdır... Topkapı Sarayı’nda, güzelliğiyle tüm imparatorları büyüleyen Sarayburnu’ndan manzaranın tadını çıkarın. İmparator İoustinianos’un rüyasından günümüze ulaşan Ayasofya’da zamansız bir tapınakta olmanın farkına varın. Tam karşısında 6 minaresiyle Sultanahmet Camisi’nin ihtişamıyla büyülenin. Pek kimsenin dikkatini çekmese de tüm Antik Roma yollarının başlangıcı kabul edilen Milion Taşı’na bir selam verin. Yerebatan ve Şerefiye sarnıçlarının gizemli havasına kaptırın kendinizi.
Tarihi Yarımada’yı deneyimlediğiniz günü taçlandırmak içinse Yunus Emre Akkor’un elinden Anadolu’nun özel lezzetlerini tadabileceğiniz Galeyan Restaurant’ı (@galeyanistanbul) deneyin. Sonra Karaköy’e geçin. Galata’nın yamacına sığınmış, Tarihi Yarımada’nın en güzel manzaralarından birine sahip olan semtte yüzyıllardır bir arada olan üç büyük dine ait yapıları keşfedin; Arap, Yeraltı ve Azapkapı camileri, Surp Krikor Lusavoriç, Surp Pırgiç ve Rus Ortodoks çatı kiliseleriyle Aşkenaz ve Zülfaris sinagogları zamanlarının ruhunu anlatmak için sizi bekliyor.
Doğdukları olmasa da köklerinin bağlı olduğu topraklara vefalı insanları çok takdir ediyorum. Yaptıkları işlerde o özden gelen tadı yakalamak benim için büyük zevk. Sevgili arkadaşım, ressam Lolita Asil de o kişilerden biri. Özüyle barışık, her yaştan insanın sanatla temas etmesi için çalışan, Mezopotamya’nın bereketli toprağından beslenen ruhunu fırçasıyla ustaca ifade eden çok yönlü bir sanatçı. Lolita Asil 19 Ekim’de sona erecek ‘Yer-yüzü Gök-yüzü’ isimli sergisi için köklerinin geldiği şehrin çok özel bir mekânını tercih etmiş. Alman Karargâhı olarak bilinen İskender Atamyan Konağı’nın kendine özgü mistik ortamında en küçük hücreden bütün evrene yayılan, varoluşun izinde bir yolculuk tasarlamış.
İki boyuttan arınıp uzaysal bir mekân hissi yaratmak adına video, dijital sanat, arttırılmış gerçeklik gibi medya araçları kullanılarak ayrı odalarda sergilenen eserlerle organik bir bağ kurmanız sağlanıyor. Böylece sanatçının yolculuğu sizin kendi özünüze bir yolculuğa dönüşüveriyor. ‘Kendimize Dönüş Yolu’ adlı eserinde çok önem verdiği, anda kalma ustaları olan çocukların da eseri tamamlamada katkısını bekliyor...
Kiliçe
Sokaklarda kaybolmalı...
Şehir hayatına sakin bir mola
İSTANBUL’A YAKINLARDAN
◊ Orman havasını soluyarak golf, tenis ve binicilik yapabileceğiniz; şehrin uzakta bir silüet gibi göründüğü Kemer Country Hotel hem bedeninize hem de ruhunuza iyi gelecek. @kemercountryhotelistanbul
◊ Casa Lavanda, Şile’de, doğanın içinde büyülü atmosferi ve ayrıcalıklı mutfağıyla misafirlerini sakinliğe davet ediyor. @casalavanda
◊ İtalya havası hissedeceğiniz Şile’deki Parma Sole, her mevsime güneş gibi doğacak rafineliği ve lezzetli menüsüyle ismini yansıtan bir adres. @parmasole
◊ Bir orman yürüyüşünün ardından SPA merkezinde rahatlamayı sevenlere Sapanca’da, doğanın hep başrolde olduğu iki büyük otel önerim var: NG Enjoy ve Elite World. NG Enjoy’un lobisindeki klasik araba ve motosikletler eminim minik misafirler kadar büyüklerin de ilgisini çekecek. @ngsapancaenjoy, @eliteworldsapanca
Ekim sonuna kadar sürüyor
TRAKYA
◊ Bakucha Vineyard Hotel Kırklareli Hamitabat Köyü’ndeki Bakucha’dan içeri adım attığınız andan itibaren fazlayı unutun. Çünkü burada başrol hep doğada. İki bloktan oluşan otelde 26 oda var. Otelin en güzel yanı konumu; Istranca Dağları’nın esintisini taşıyan havası hep temiz. Otel 12 ay açık ve ne zaman giderseniz, o mevsime özel hazırlanmış bir menü buluyorsunuz. Bağbozumu boyunca dileyen misafirler sabahları üzüm toplamaya katılabiliyor. Öğleden sonraları da rehberli bağ gezisi ve tadım yapılıyor. @bakuchavineyardhotel
Bakucha Vineyard Hotel
Sanat dolu günler başladı İstanbul’da. Hem Contemporary Istanbul’un 17’nci edisyonu hem 17. İstanbul Bienali’yle şehrin adı sanatla anılmaya başladı yeniden. Contemporary Istanbul’da, uluslararası üne sahip sanatçı Jeff Koons’un özel bir proje kapsamında tasarladığı, sadece
99 adet üretilen BMW M850i xDrive Gran Coupé’si de sergilendi.
Popüler kültürü ve günlük yaşama dair objeleri odağına alan işleriyle dikkati çeken Koons, yeni BMW 8 Serisi için hayalindeki otomobili tasarladığını söyledi.
İster tesadüf deyin, ister kesişen yollar... Hayat güzel sürprizler hazırlıyor bizlere. Bundan beş sene önce ‘Ayrıcalıklı Rotalar’ televizyon programım için Bilbao’ya gitmiştim. O zaman, 20’nci yüzyıl sanatını odağına alan muhteşem mimarisiyle Guggenheim Müzesi’nin önünde Jeff Koons’a ait
12 metrelik ‘Puppy’ (Köpek Yavrusu) adlı heykeli görmüştüm. Sanatçıyla tanışmamı sağlayan bu eserin hem boyutu hem de tarzı beni oldukça etkilemişti.