Saffet Emre Tonguç

Kilistra: Bir küçük Kapadokya

15 Kasım 2020
Bir şehrin ruhunun parçasıdır o şehrin mimarisi, insanların iletişimi, gelenekleri hatta mutfağı… “Ne olursan ol gel” diyen Mevlana Celaleddin Rumi’nin şehri Konya önce çağırır sizi, sonra da ruhunuzun bir parçası olur. Ama bu coğrafyada bir kez ziyaret ettikten sonra hayatınızın bir parçası olacak birçok güzellik var. Onlardan biri de Kilistra...

Konya’ya yapılan ve çoğu kişinin katıldığı hızlı turlar sadece Mevlana’nın göz kamaştıran turkuvaz kubbeli türbesini ve bilemediniz bir ya da iki yerel müzeyi gezmelerine olanak sağlar. Eğer zamanlama doğruysa Kapadokya’ya geçmeden ya da sahile doğru inmeden önce profesyonel dervişler tarafından sunulan bir sema gösterisini izleme şansını da yakalayabilirler. Öte yandan birkaç günlük zamanı olanlar için şehrin çok hoş sürprizler barındırdığını, şehrin civarında gezilesi harika yerler olduğunu belirtmek isterim. Üstelik bu yerleri o kadar az insan geziyor ki kendinizi sessizliğin ortasında gerçek bir kâşif gibi hissedeceğiniz garanti.

Konya’nın dışına çıkıldığında görülmesi gereken en ilginç yerlerden biri Kilistra… Şehrin aşağı yukarı 50 kilometre kadar güneybatısında. Kilistra, Lystra veya Göktürk isimleriyle bilinse de yerel halkın verdiği ismi Gilisıra. Konya’dan Kilistra’ya doğru giderken, etrafa serpiştirilmiş gösterişsiz köyleri ve oradan oraya zıplayan hayvanlarıyla kendinizi bir tablonun içinde yolculuk ederken bulacaksınız. Kayalık bir platoya oyulmuş evleri ve kiliseleriyle bu antik kente vardığınızda, kendisine göre daha ünlü olan Kapadokya’nın küçük ve orijinal bir versiyonu karşılayacak sizi. Uzaktan bakıldığında birbirinin üzerine yaslanmış küçük tepeleri andırıyor. Platonun dış kısmında göze çarpan büyük ve tuhaf mağara, içeride sizi nelerin beklediğine dair bir fikir veriyor. Kiliseler ve diğer yapıların çoğu devasa bir kayadan meydana gelmiş duvarın arkasına saklanmış. Romalılar döneminde Hıristiyanlığı kabul etmeleri Lystra halkının başına iş açmış belki ama bize şaheserler bırakmalarına da neden olmuş.




Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin dünyadaki simgelerinden biri: Pamukkale... Mucizevi ve şifalı bir tarih masalı

9 Kasım 2020
Türkiye’nin hazineleri arasındaki Pamukkale, Hierapolis ve Laodikya üçlüsü görenleri hem doğanın gücüne hayran bırakıyor hem de tarih yolculuğuna çıkarıyor. Ayrıca hepsinin mevsimsiz bir güzelliği var. Yıl boyunca ne zaman yolunu tutsanız, muhteşem bir karşılama bekliyor sizi. Özellikle de havaların soğuduğu bugünlerde sizin de aklınıza termal suların sıcaklığı ve sağlığa faydası düşüyorsa keşfe Pamukkale’den başlayın derim.

Pamukkale uzun yıllar kararan travertenler, çekilen suyla üzdü hepimizi. Neyse ki toparlandı. Özellikle pandemi nedeniyle bir süre ziyarete kapalı kalması, doğanın birçok yerinde olduğu gibi kendi kendini yenilemesini sağladı. UNESCO Dünya Miras Listesi’ndeki Pamukkale her yıl en çok ziyaret edilen turizm noktalarından ve şimdi eski güzelliğine kavuşma yolunda ilerliyor. Denizli’nin merkezine 20 kilometre uzaklıktaki bu doğa harikası, benzerine az rastlanır cinsten... O yüzden de misafiri eksik olmuyor. 2019’da Pamukkale’yi 2.5 milyondan fazla kişi ziyaret etti. Çal Dağı’ndan çıkan termal sularda çözülmüş halde bulunan kalsiyum bikarbonatın tepelerden aşağıya doğru süzülmesi; süzülürken de içindeki karbondioksidin havaya karışarak teraslarda sertleşip birikmesiyle travertenler oluşmuş. Bu bembeyaz güzelliğin ortaya çıkması binlerce yıl almış. Ziyaret ettiğinizde o binlerce yıla dokunabilir, ayakkabılarınızı çıkarıp travertenlerde yürüyebilirsiniz. Burada günbatımını izlemenin keyfi de tarifsiz.




Kutsal havuz
Pamukkale’de Roma Dönemi’nden bu yana kullanılan bir de ‘kutsal havuz’ var. Giriş ücreti ödeyerek günübirlik yararlanmak mümkün. Mermer parçalarının ve kolonların olduğu 35 derece sıcaklıktaki havuz, Pamukkale’deki diğer sular gibi tam bir şifa kaynağı olarak görülüyor. Termal suyun kalp, damar sertliği, tansiyon, romatizma, deri ve sinir hastalıklarına iyi geldiği söyleniyor. Kış aylarındaki güzellikse hava soğukken sıcak suda yüzme ayrıcalığı... Pamukkale sadece travertenlerden ibaret değil elbette. Özellikle geçen yıllarda tamamen gün ışığına çıkarılan ve İmparator Domitian’a adanan Sütunlu Cadde’ye de dikkat edin. Onu geçtikten sonra karşınıza Roma hamamları çıkacak. Bugün müze olarak kullanılan bu hamamlar küçük ama eser varlığı açısından ilgi çekici. Uğrarsanız heykeller, kabartmalar, paralar ve lahitler görebilirsiniz. Genelde zenginlerin gömülmesi için yapılan lahitler, işlemeleriyle ayrıca değer taşıyor. Lahitlerin diğer adı ‘sarkofaj’ yani ‘et yiyen’ demek. Eskiden lahitlerin içine koydukları cansız bedenlerin birkaç yıl sonra sadece kemikten ibaret olduğunu görünce böyle bir adı uygun görmüşler.

Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin en iyi saklanan sırrı! Beyşehir ve gölü

2 Kasım 2020
Türkiye’nin Göller Bölgesi’nden bahsedilirken ilk akla gelen, ikiz adalarıyla Eğirdir Gölü olur. Oysa Konya’ya bağlı Beyşehir, sakladığı doğal ve tarihi hazineleriyle keşfedilmesi gereken değerlerimizden. Bu yazıyı okuduktan sonra eminim siz de bölgeden benim kadar etkilenip ilk fırsatta tarihe açılan bir kapı gibi misafirlerini bekleyen Beyşehir’e yolunuzu düşüreceksiniz.

Modern Beyşehir, kalabalık bir anacaddeyle adeta tarihinden koparılmış. Buna rağmen sayısız tarihi esere ev sahipliği yapan bir ilçe. Bunlardan biri de Bedesten ya da diğer adıyla Bezzarlar Hanı. Taş işçiliğinin en zarif örneklerinden olan yapı, Anadolu’daki en yaşlı bedestenlerden biri. Eşrefiye Camisi civarında ortaçağdan kalma birbirinden ilginç yapılar göreceksiniz. Çok kubbeli Dokumacılar Hanı ve tarihi 13’üncü yüzyıl ortalarına kadar uzanan Çifte Hamam’ın kalıntıları en çok ilgi çekenler... 1900’lü yılların hemen başında Anadolu Osmanlı demiryolu ortaklığı için yaptırılmış olan Beyşehir Köprüsü ilçenin simgesi olarak kabul ediliyor. Trafiğe açık ama bu yoğunluğa yeterli gelmediğinden hemen yanında yeni bir köprü yapılmış. Estetik ve zarafet açısından kıyasladığınızda geçmişe olan hayranlığınız bir kat daha artacak.




Kıyıda durun, ufka bakın
Beyşehir Gölü, Göller Bölgesi’ndeki en büyük ve ülkedeki en geniş tatlı su gölü. En güzel manzarası akşamın ilk saatlerinde yaşanıyor. Beyşehirliler güneşin batışını seyretmek üzere çıktıkları Dedegöl Dağı yürüyüşlerini bu saatlerde tamamlayıp geri dönüyor. Kıyıda durun ve ufka doğru bakın, birçok adacığın suyun üzerinde adeta ‘yüzdüğünü’ fark edeceksiniz. Bu adalardan bazıları yağmurun fazla yağdığı yıllarda ortadan yok oluyor.

Göle kısa bir yürüme mesafesindeki Eşrefiye Camisi beni Beyşehir’de en çok etkileyen yapıların başında geliyor. Selçuklu sonrası ortaya çıkan beylikler döneminde Batı Anadolu’yu 1277’den 1326’ya kadar yöneten Eşrefoğlu hanedanından Eşrefiye Seyfeddin Süleyman için 1299’da yapılmış. Eşrefiye Camisi, dışarıdan baktığınızda içinde nelerin olduğuna dair çok az ipucu veriyor, ancak içeri adım attığınız anda iş değişiyor. Geniş ve aydınlık holün resimlerle bezenmiş düz tavanıyla onu destekleyen ve ‘orman’ imajını yaratan

Yazının Devamını Oku

Işık Ülkesi Likya

25 Ekim 2020
Geçen gün Fethiye seyahatim sırasında Faralya’da, Likya Yolu’nu yürüyenleri gördüm. Yılın 300 günü güneşle yıkanan bu toprakların çağrısına kulak verin. 540 kilometre uzunluğundaki Likya Yolu, dünyanın en iyi 10 uzun rotasından biri.

 Hititlerle Kadeş Antlaşması öncesindeki savaşta işbirliği yapan, Troya Savaşı’nda Troyalılara destek veren Likyalıların bu güneşli ülkesinin Türkçedeki anlamı Işık Ülkesi. Ülkelerinin sınırları Dalyan’dan başlayıp Phaselis’e kadar devam eden Anadolu kökenli Likyalıların, güney sahillerimizde 40 civarında şehri var. Belki tüm rotayı yürümek herkesin ilgisini çekmez ama aşağıdaki satırlarda, Likyalıların yaşamına ışık tutan, Grek ve Roma dönemlerinde de gözde olan şehirlerden birkaçını bulacaksınız. Gerek antik kentleri gerek doğasıyla bu topraklar sizi, sürekli değişen gündemlerden sıyrılıp Türkiye’yi tüm nimetleri ve güzellikleriyle yaşamaya davet ediyor. 

Dünyadaki cennetler

Fethiye, eski bir Likya şehri olan Telmessos’un üzerine kurulmuş. Yerleşim bir dönem, bir Bizans imparatoruna ithafen Anastasiopolis olarak adlandırılmış. Ardından aynı İstanbul’daki Bakırköy gibi Grekçe Makri demişler, Türkler bunu Meğri olarak kullanmış. Savaş kahramanı bir pilot olan Fethi Bey ise Fethiye’nin adına kaynak olmuş. Fethiye çevresinde Likya için çok önemli şehirler var... Bu şehirlerden Kadyanda, körfez manzarasına hâkim. Letoon tüm Likya’nın kutsal merkezi, Tlos da en geniş şehri. Pınara ilgi çekici ‘yuvarlak’ yapısı nedeniyle bu anlama gelen adı almış. Ksanthos UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde. Her birini gezerken geçmiş gözünüzde canlanacak.


Yazının Devamını Oku

Pandemide keşfettiğim sıradışı küçükler

19 Ekim 2020
Pandemi sürecinde turizm sektöründe değişen pratikleri bizzat görmek için son üç ayda 200’e yakın otel ziyaret ettim. Şimdi size felsefesi, tasarımı, konumu ve işletme anlayışıyla ayrıcalıklı olduğunu düşündüğüm adreslerden 10 tanesini anlatacağım. Bir kısmı yıl boyu açık, bir kısmı kasıma kadar misafir kabul edecek.

Alaçatı-Agrovela
Kalabalık içindeki vaha

Bir yüzü yel değirmenlerine, bir yüzü rüzgârgüllerine dönük. Tarihi 400 yıla dayanan taşlar kullanılarak inşa edilmiş. Defneden limona, lavantadan zeytine, nardan begonvile Ege’yi adım adım yansıtan bitki örtüsüyle merkeze konumlanmış saklı bir vaha gibi… Objeler, odaların dekorasyonu, yataklar, mobilyalar, havuz için seçilen renkler gibi her detayda zevkli dokunuşlar çarpıyor göze. Atmosfere ahşap ve doğal tonlar hakim. İki binada toplam 31 oda var ve altısı süit tipi. (0232) 716 88 90

Alaçatı-The Stay Warehouse
Çağdaş sanat galerisi gibi

Yazının Devamını Oku

Bir şehir, iki nehir... Belgrad’da sonbahar

12 Ekim 2020
Pandemi günlük alışkanlıklarımızı değiştirdi. Bu değişimden tatillerimiz de nasibini aldı. İngiltere’nin de Türkiye’den gelenlere karantina uygulama kararı alması, gidebileceğimiz rotaları iyice kısıtladı. Yaz boyu Türkiye sahillerini karış karış gezdim. Yurtdışı içinse tercihim sonbaharın renkleriyle Belgrad’ı yeniden görmek olacak. Üstelik yakın… Üstelik vizesiz…

Avrupa’da ortasından iki nehir geçen bir şehri gezmek için harika bir fırsat şu günler. Özellikle de yurtdışı tutkunları için bulunmaz fırsat Sırbistan’ın başkenti Belgrad. Sırpçası Beograd, Türkçesi ‘Beyaz Şehir’. Yaklaşık 2 milyon nüfusuyla hem Sırbistan’ın hem de Balkanlar’ın en büyük şehrini en çok Türkler ziyaret ediyor... Hem vize yok hem uçakla 1 saat 20 dakika. Üstelik yeme-içme ve konaklama pek çok ülkeye göre daha ucuz. Tarihi merkezine Stari Grad, yeni yerleşim bölgesineyse Novi Beograd dedikleri kentin iki yakasını Sava Nehri ayırıyor.




Kale ve İstanbul Kapısı...
Kanuni Sultan Süleyman, 1521’de fethetmiş şehri. Sadece Belgrad’da değil, Sırbistan’da da pek çok iz var Osmanlı’dan. Hatta öyle ki pek çok sözcük Türkçeden geçmiş. Size çok tanıdık gelecek isimler göreceksiniz sık sık.  Kent merkezinden trafiğe kapalı ve hep çok kalabalık olan çok sayıda kafe, restoran ve mağazanın sıralandığı Knez Mihailova Caddesi boyunca yürürseniz, kocaman parkı ve şahane manzarasıyla Kalemegdan’a varırsınız. Şehrin tam merkezindeki kale haftanın her günü ziyarete açık, üstelik de ücretsiz.

Yazının Devamını Oku

Moda’yı ‘moda’ yapan köşkler

10 Ekim 2020
Semtin adını anınca akla hemen dondurmacısı, çay bahçesi ya da yeni popüler mekânları geliyor ama ben size şimdi başka bir yüzünü anlatmak istiyorum. Geçenlerde yayımlanan bir habere göre Tubini ailesine ait tarihi bir köşk 16 milyon 500 bin liraya satışa çıkmış. Haber sıradan gibi görünüyor belki ama bu ailenin hikâyesi aslında Moda’nın da hikâyesi demek... ‘İstanbul Hakkında Her Şey’ kitabımı hazırlarken buradaki köşkler beni büyülemişti. Eminim sizi de çok etkileyecek...

SEMTİN KADERİNİ DEĞİŞTİREN AİLE

Tubini Köşkü

Kadıköy antikçağdan beri hep bir yerleşim yeri olarak geçse de Çarşı’dan Kurbağalıdere’ye kadar olan alanda bir burun şeklinde uzanan Moda uzun süre bağlık, bahçelik ve çayırlık olarak kalmış. Bizans ve Osmanlı zamanlarında Rumlara ve Ermenilere ait tek tük evlerin bulunduğu bölge genellikle avcılık, balıkçılık ve piknik için tercih edilmiş. Sakız Adası’ndan göç eden Levanten bir aile olan Tubini’lerin Moda’da oturmaya karar vermesiyle semtin kaderi de değişmiş. Bankerlik yapan Tubini’ler varlıklı bir aile, hatta padişaha borç verecek kadar! Önce Pera ve Beyoğlu’nda ikamet eden, sonra da Rumelihisarı çevresinde yaşayan aile 1850’lerde şu an üzerinde Sular İdaresi’nin bulunduğu alana büyük bir malikâne yaptırmış. Ailenin sonraki kuşakları da babalarının izinden giderek büyük malikâneler ve süslü köşkler yaptırarak bu bağlık-bahçelik alana yeni bir sima kazandırmışlar. Hatta bu sebeple semt Tubini Mahallesi olarak anılmaya başlamış. Daha sonra devrin diğer aristokrat aileleri olan Lorando’lar, Whittall’lar, Lafontaine’ler, Furstenberger’ler de onları izleyip bu mahalleye gösterişli konutlar yaparak yerleşmişler. Semtte oluşan bu Avrupa kökenli topluluk âdetleriyle ve yaşam tarzlarıyla yeni bir moda başlattıkları için semtin adı ‘Moda’ olarak anılmaya başlamış. Maalesef bu köşklerden geriye ailelerin adlarından başka fazla bir şey kalmamış.

“BARIŞ MANÇO, MODA, 81300”

Whitthall Köşkü/Barış Manço Müze Evi

Whittall ailesinin Moda’da birkaç köşkü varmış ama herhalde en bilineni rahmetli Barış Manço’nun evi. Günümüzde Barış Manço Müzesi’ne ev sahipliği yapan köşk Mr. Dawson tarafından 1895-1900 arasında Rum asıllı Pape Kalfa’ya yaptırılmış. Zaman içinde birçok kez el değiştirmiş fakat 1965’te John Whittall tarafından satın alınmış ve Whittall Köşkü olarak anılmaya başlamış. Barış Manço kendisiyle anılan evi İngiliz Whitthall ailesinden 1984’te satın almış. Hatırlar mısınız, Barış Manço (1943-1999) televizyon programında seyircilerinin kendisine yazabilmesi için adresini “Barış Manço, Moda, 81300” diye verirdi. Sevilen sanatçının Yusuf Kamil Paşa Sokak’taki evi ölümünden sonra müzeye ve müzik okuluna dönüştürüldü. Pazartesi günleri hariç her gün ziyaret edebilirsiniz.

GERİYE BİR TEK KAPISI KALMIŞ

Şair Nefi Sokak’tan Küçük Moda Burnu’na doğru giderken solda göreceğiniz kapı kalıntısı Moda’nın tarihine imza atan ailelerden birine ait malikânenin kapısıymış bir zamanlar. Lorando’lar, Sultan Abdülaziz döneminde sarraflık yapan varlıklı bir aile. Pera ve Beyoğlu çevresinde yaşarlarken sonradan Tubini’ler gibi Moda’yı kendilerine mesken edinmişler. Hatta Küçük Moda onların adıyla anılmaya başlamış. Maalesef malikâneden geriye bir kapıdan başka bir şey kalmamış.

Yazının Devamını Oku

İstanbul’da renklerin canlandığı mevsim... 5 noktada doğayla baş başa

5 Ekim 2020
İstanbul, yakın rotalarıyla şehrin temposundan kaçma fırsatı veriyor; ister deniz kenarında ister orman havasında... Ben de sizinle favori rotalarımı paylaşıyorum bu hafta; sonbaharın renkleri ve hafif esintileri eşliğinde ruhunuz dinlensin diye.

Oldukça yoğun ve alışılmışın dışında bir bahar geçirdik, evlerimizden çıkmadan ve doğanın uyanışına şahit olamadan... Sonra üzerimize yaz rehaveti çöktü. Eksik kalanları tamamlayalım, biraz da nefes alalım derken yine geldi sonbahar. Tatiller bitti, kış hazırlıkları başladı. Böyle anlatınca bu mevsim size biraz karamsar geldiyse, sonbahara başka bir gözle bakalım bu sene.
Sonbahar, ruhu ve bedeni serbest bırakmaktır
Sonbaharda bitişleri hatırlarız ama aslında yeni başlangıçlar vardır hep. Doğanın kanunu, döngüsü belki de en canlı sonbaharda hatırlatır kendini. Sonbahar serbest bırakmaktır bedenini ve ruhunu. Yükleri atıp tazelenmektir. Yeniden başlamak için bir döngüyü kapatmaktır. Vedalar zor gelse de siz de bugünleri fırsat bilin ve kendinize bir iyilik yapın. Sonbaharin tadını doğada tazelenerek çıkarın.
Bu iyilik için de Zeynep Şahin Tutuk ile birlikte yazdığımız ve karantina günlerinden hemen önce basılan ‘Kanatlarımda İstanbul’ kitabına göz atın.

Bir kuşun kanadında güzel bir İstanbul masalı
Bu kitapta Halit Bilen’in muhteşem kareleriyle bir kuşun kanadında yola çıktığımız güzel bir İstanbul masalı sunduk. Çok kısa sürede 9 baskı yapınca İngilizcesi olan ‘Istanbul A Bird’s Eye View’ ve Almancası ‘Beflügelndes Istanbul’u da yabancı misafirler için çıkardık.

Yazının Devamını Oku