Paylaş
1952 New York doğumlu John Segall, ergenliğe giriş yıllarında dönemin “çiçek çocuklar” rüzgârına kapılmış, sivilceli ve gözlüklü bir gençtir. Hippilerin “Dünyayı değiştirebiliriz!” mottosuna kafayı takmış, aileden gelen politik bilinçle aktivist olarak büyümüş bir taze ruh... Etrafında pek arkadaşı olmadığı için “bir yere ait hissetme” psikolojisiyle dönemin kültür ve sanat gelişmelerine merak duymaya başlayan bu “isyankar” gencin kapıldığı ilk müzikal akım, Amerika’da ‘70’lerin ilk yıllarında yükselişe geçen glam rock’tır. Ve zaten John, birkaç yıl içinde kendisini büyük bir David Bowie ve Lou Reed hayranı olarak ifade etmeye başlayacaktır.
Dönemin yıldızlarına ve yeni patlama yapan gruplarına duyduğu ilgi sayesinde, içinde dizginleyemediği bir tutku oluşur: müzisyen olmak. Daha bir gitarı bile yokken 1965’te ilk grubu Lost 6’i kurar. Bir ay sonra ilk gitarını almasının ardından ise sıra sahne ismi seçmeye gelmiştir, ki bu, dönemin moda akımı glam rock için olmazsa olmazdır. John artık Jay Jay French’tir; gözlüğünü çıkarmış, saçlarını uzatmış ve mezuniyetine iki ay kala katıldığı bir protesto yürüyüşü sebebiyle atıldığı lisesinde kurduğu Twisted Sister adlı grubu için gelecek hayalleri kurmaya başlamıştır.
Bu yılın başında Amerika’da gösterime giren ve şu sıralar DVD / Blu-ray olarak raflardaki yerini alan “We Are Twisted Fucking Sister!” belgeseli işte tam bu noktadan sarmaya başlıyor makarayı. Hem yapımcı hem de yönetmen olarak projeyi sırtlayan Andrew Horn’un imzasıyla ekranlara ulaşan film; Twisted Sister’ın albümsüz geçen ama birçok grubun tüm kariyerine bedel ilk 10 yılını (1972-1982) gözler önüne seriyor.
Jay Jay French’in glam rock’tan aldığı ilhamla kurduğu grubun nasıl tüm zamanların en nevi şahsına münhasır frontman’lerinden Dee Snider ile yolunun kesiştiğini izleyerek başlıyoruz maceraya. Aynı anda grubun hem New York bar ortamlarında adım adım büyümesine tanık oluyor hem de “kadın makyajlı, kadın kıyafetli” bu ilginç grubun ‘70’lerin ilk yarısında nasıl bir ilgiyle karşılandığına şaşırıyoruz sahneler ilerledikçe. Bir yandan Dee’nin frontman’lik sıfatını yavaş yavaş Jay Jay’den alışını izlerken, bir yandan da grubun bar sahnelerinden taşan enerjisini adeta yanı başımızda hissediyoruz.
Belgesel bize aslen imajın da neredeyse müzik kadar önemli olduğu tezini sunuyor ve grubun 10 yıl boyunca bir türlü albüm anlaşması imzalayamadığı gerçeğini bu tezin altına saklıyor. Zira pek çok plak firması, grubun imajı yüzünden müziklerini dinleme zahmetinde bile bulunmuyor. New York barlarında, henüz tek bir albümü olmadan sold-out konserler veren grubun, giderek tüm eyalete yayılması ve artık bar sahnelerinden konser salonlarına yükselmesi bizzat grup elemanları ve dönemin görgü tanıklarının röportajlarıyla güçlendirilerek aktarılırken vurgulanan şu oluyor: Twisted Sister bir sahne grubu ve onları izleyip de konserden mutsuz ayrılan tek bir kişi bile yok.
Bu durum grubun kariyeri boyunca devam etti diyebiliriz. Geçtiğimiz yıl hayata gözlerini yuman davulcuları A. J. Pero sonrasında dağılma kararı alan ve bir veda turnesi açıklayan grup, bu yazki konserlerinin ardından fişi çekecek. Bu belgesel ise, bugün rock tarihinin en özgün gruplarından biri olarak nitelendirilen Twisted Sister’ın emekleme yıllarına ışık tutması bakımından önemli. Grubun tanınmasındaki İngiltere etkisini, dönemin müzik basınının yadsınamaz gücünü, heavy metal’in doğum yıllarındaki sancılarını ve ‘70’lerin müzik dünyasını izliyor olmak eminim pek çok müzik tutkununu ihya edecektir.
Kendilerini izlemeye gelenlerin “Kadın kıyafeti giyen bu uçukları neden izliyorsun?” laflarıyla aşağılandığı, firmaların kapılarını bir bir kapattığı, tüm bunlara rağmen elemanlarının içindeki rock‘n’roll aşkı ve enerjisiyle her konserlerinde bir volkan gibi patlayan grup bize basit bir şey anlatıyor aslında: Eğer bir yola baş koymuşsanız, sizi durdurmak çok zordur.
Aynı amaç uğruna bir araya gelmiş gençler arasındaki “çete” hissiyatını, sahne üzerindeyken her şeyi bırakıp seyirciyi eğlendirmeyi amaçlamayı ve ne olursa olsun yılmadan çalıp söylemeyi bundan daha güzel anlatan belgesel pek yoktur müzik tarihinde. “We Are Twisted Fucking Sister!” inancın ve mücadelenin zaferini gözler önüne seriyor. Varsın insanlar size çirkin desinler, varsın imajınızdan dolayı hakaret etsinler, eğer müziğinize ve birbirinize inanıyorsanız, pes etmiyorsanız ve sahneye çıktıktan sonra sizi izleyenleri eğlendirebiliyorsanız, eninde sonunda başarıyorsunuz.
Peki bu hep böyle mi oldu Twisted Sister tarihinde? Hayır. Onların da pes ettiği bir dönem var. 1987’de bıraktılar ve yeni milenyuma kadar defteri açmadılar. Peki o sırada ve sonrasında ne oldu? “We Are Twisted Fucking Sister!”ın son sahnesinden ödünçle: “O da bir sonraki filmin konusu olsun...”
Paylaş