Paylaş
Arada işyerine uğrar İzmir piyasası ile ilgili dedikoduları dinlerim. Otomobil işi piyasanın nabzıdır. Arada o sorar, ben anlatırım.
Dükkana gelen giden eşe dosta beni ”İzmir'in iyi ekonomistlerindendir” diyerek tanıtır. Her zaman saygılıdır.
Benim için o muhafazakar, itibarlı ve deneyimli bir tüccardır. Bu iktidara yakın durmasını da anlarım.
Söylemez ama bilirim o beni biraz ukala ve aykırı bulur. İktidar karşıtlığımdan dolayı da biraz entel, biraz da bohem olduğum fikrindedir.
Gayet iyi hatırlıyorum onunla ilk derin ayrışmamız Gezi olayları sırasında olmuştu. O cam çerçeve, aksayan işler açısından bakıyordu olaya. Anarşinin kimseye bir faydası olmazdı.
Bense hareketi toplumsal itiraz olarak gördüğümden hem önemsiyor hem de ileriye dönük bir ışık olarak algılıyordum.
Sonra ara ara yumuşak tartışmalarımız oldu. Kırmadan dökmeden referandum sürecine geldik.
Ne olduysa bir ay önce kadar bana Takvim gazetesinden gönderdiği linklere yaptığım yorumlardan sonra oldu. Whatsapp üzerinden bir iki yazıştık... Çok gergin yazışmalar da değildi.
Geçenlerde dükkanına uğradığımda beni telefonundan sildiğini söyledi. Şaka zannettim önce. Yok, ciddiydi. ”Neden ki” diye sorduğumda bir iki şey söyledi ancak ben anladım ki bu bir birikimin sonucuydu.
Özetle böyle bir lidere, böyle bir iktidara bu kadar itiraz şımarıklıktı! Ülke üzerinde oynanan bunca oyun varken bu şımarıklıklara daha fazla tahammül edememişti.
Sanıyorum bu ara Türkiye'nin pek çok yerinde böyle ters düşmeler yaşanıyor. Aile arasında bile küslüklerden söz ediliyor.
Şahsen konuya şöyle yaklaşacağım.
Bu referandumda ”hayır” esasen aklı temsil ediyor.
Evrensel normlara, bu iktidarın 15 yıda bıraktığı izlere, küreselle yerel arasındaki kopukluklara, memleketteki mevcut iklime bakınca akıl bu anayasa değişikliğine hayır de diyor.
Evet tarafında ise liderle ya da iktidarla duygusal bağ daha baskın görünüyor. İnanç var, sadakat var, güven var.
Ha tabii bir de maddi çıkar meselesi var. Ancak bu kez evet çıkarsa değil hayır çıkarsa ekonomi normalleşecekmiş gibi görünüyor.
O zaman ben bu duygusal yaklaşıma anlayışla karşılık vermek durumundayım. Olgun davranmalıyım. Sakin kalmalıyım.
Karşı taraftaki duygusallığı alevlendirmeden sakin kalarak aklın yine ön plana çıkmasına çalışmalıyım.
Bakalım bir işe yarayacak mı? Gelişmelerden haberdar ederim.
EVET, HEYKEL ONARIMI ÖNEMLİDİR
Bu başlığı “bunca derdimiz arasında bunlarla mı uğraşıyorsun?” diyecek olanlar için attım.
Bu memlekette böyle bir damar var çünkü.
Efendim hayvan haklarıyla uğraşacağınıza evsiz insanlarla uğraşın diyenlere rastlıyoruz.
Anlatamıyoruz ya da anlamıyorlar ki her şey bir bütünün parçası… Her canlı değerli… Her detay önemli… Gelişmişlik bir bütün zaten…
Meselemiz şu efendim: Kültürpark’ta kaskatlı havuz yanında yatan kadın heykelinin çatlayan ayağı tamir edilecek. Kentte Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel bölümü var, müzelerde görevli heykeltıraşlar var. Kısacası yeterli bilgi birikimi ve insan kaynağı var ancak tamir nedense başarılı olamıyor.
Hemen heykeltıraş dostum Tanzer Kantık’a sordum nedir bu durum böyle diye. İşte cevabı:
“İzmir Büyükşehir’in heykel onarımı için hizmet aldığı şirketlerin heykeltıraş çalıştırma zorunluluğu yok. Onarımı heykeltıraş yapacak deniyor ama sanatçı belgesi, sigorta kaydı olmadan olmaz. İhaleyi dekorasyon firması alması sorun tabii. Sanata inşaat unsuru gibi yaklaşılmaz.”
Sonra lafa arkadaşımız Ayşen Tekşen de girdi: “Cumhuriyet Meydanındaki Atatürk heykelinin işleri de aynı ihale kapsamında…. Kent hafızası olmaktan öte evrensel miras… Orada hata yapılırsa İzmir ayağa kalkabilir.”
Ben dönüp bakamasam bile kentteki heykellere dikkatli bakan gözler olmasından memnunum.
Heykel onarımı semboldür. Kente ne kadar özendiğinizin sembolü…
FİNANS MERKEZİ OLMAK
Geçen hafta Bloomberght’de Burgan Bank Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Erten’i dinliyorum.
15 Temmuz sonrası kredi vermenin ne kadar zorlaştığını anlatıyor. Risklerin büyüdüğünden söz ediyor. Daha önce hiç kullanmadıkları kredi kriterleri kullandıklarını söylüyor. Çünkü kimin nereden nasıl bir terör bağlantısının çıkacağı belli değil. Bu belirsizlik elbette ekonomik aktiviteyi zedeliyor. İş akışını aksatıyor.
Diğer yandan kayyum atanan şirketlerin ne olacağı, alacaklarının borçlarının nasıl yönetileceği, el konulan varlıkların ne şekilde değerlendirileceği gibi bir sürü soru cevap bekliyor. İşin kötüsü bunları sormak, bunları konuşmak bile sakıncalı sayılabiliyor.
Onu düşündüm. Bir ara İstanbul dünya finans merkezi olacak diye İzmir Vadeli İşlemler Borsasını İstanbul’ a taşımışlardı. Temeller atıldı, binalar yapıldı.
Biz de o zamanlar çağdaş dünyada finans merkezi olmanın yolu binadan değil hukukun üstünlüğünden geçer diye yazıp durmuştuk. Hukuki altyapı ne kadar hazırsa, ne kadar iyi ve zamanında işlerse finans merkezi olmak da o kadar kolaylaşır demiştik.
15 Temmuz sonrası ortaya çıkan mali belirsizliklere, karşılaşılan sorunların ele alınış biçimine bakarsak dünya finans merkezi olmaya yaklaşmak bir yana öyle bir ihtimalden uzaklaştıkça uzaklaşıyoruz.
Paylaş