Paylaş
İçinizden bir şey yazmak gelmez bazen. Kendinizi yenik hissedersiniz.
Yıllar boyu “bu bozuk dille nereye kadar?” mealinde onlarca yazı yazmışsınızdır. Ara ara ümitlenmişsinizdir de. Sonra bir gün bir bakarsınız “nefret dili” yine karşınızdadır… Ve o dilin sahipleri hala farkında değildir ne konuştuklarının. Onların normali odur!
Her seferinde daha büyük tükürükler saçarak gelirler. Eskisinden daha küstahtırlar, eskisinden daha cüretkâr… Onca yazıyı suya yazmış gibi hissedersiniz kendinizi.
Çatışma kültürüne karşı uzlaşma anlayışını savunmuşsunuzdur. Bazen romantik bile bulmuşlardır sizi. Bazen arafta… Bir bakarsınız hakim ses çatışmacıların sesi oluverir memleketin her köşesinde. Futbolda onlar, medyada onlar, siyasette onlar, yolda onlar, internette onlar… Alkışlanırlar da üstelik! Yazdıklarınıza esasen yer yoktur bu gök kubbede.
Sonra genç bir çocuk bıçaklanır. Şaşırırlar bunlar! Bir kadın öldürülür. Şoke olurlar! Bombalar patlar. Bedel medel gevelerler, son olacak derler. Uzun uzun tartışırlar ama hemen belli ederler ki şimdiye kadarki acılardan hiç bir şey öğrenmemişler, anlamamışlardır!
Bugün böyle bir havadayım. Yazmak lazım ama ıkınıyorum, sıkınıyorum işte. Şair Aslı Serin’in Çamur Etkinliği şiirinden bir alıntıyla rahatlıyorum biraz:
….
sokak dışarıdan bitirilmezmiş, çıktık
horoz şekerleri ve bonibonlarla
pankartlar ve diplomalarla
3 defa kınasalar atılır mıyız buradan
çelme taksalar, tekme tokat atsalar, kazık
herkes en büyük acı kendinde sanıyor, yazık
hâlâ şaşırabiliyoruz ya çok şaşırıyorum Nuray
***
FOTOĞRAFLARIN DİLİ
Bakın kentimden manzaralar sergileyen bu fotoğrafların da ortak bir dili var. “Ben kendi işime bakarım, öteki şu kadarcık umrumda değil” diye bağırıyor avaz avaz!
Bu fotoğraf sevgili Bülent Şenocak’tan. Çözmesi zor bir bulmaca…
Bu da Murat Tekşen’den. Geceler ayrı, hikaye gündüzler ayrı…
Bu da Murat Tekşen’den… Böyle bir iz bırakmak için nasıl bir beyne sahip olmak gerek acaba?
Paylaş