Paylaş
Kanallar yarım saat kadar sonra alt yazı geçmeye başladı. Sabaha karşı 4’e kadar da gelişmeleri zaplaya zaplaya izledim.
Gördüğüm şu: Kimse böyle bir şey beklemiyordu. Herkes hazırlıksızdı.
Bir uzmanın dediği gibi terör yaşanarak öğreniliyor ancak. Uzaklarda bir yerlerde patlayan bombalar, kurşunlanan insanlar o kadar da önemsenmiyor. Maalesef böyle. Terör yaklaştıkça sahicileşiyor.
Bu eylemin “bombasız” ve kolay bir şekilde neredeyse yüz kişinin ölümüne neden olması da olay aydınlandıkça ortaya çıkan dehşet verici sonuçtu.
Her yerde, her şekilde, her an vurabilirim! Onca güvenlik önleminiz hiçbir işe yaramaz...
Demek ki güvenlikçi politikalar bir noktada yetersiz kalmaya mahkûm.
O kamyonu gözünü kırpmadan insanların üzerine sürecek beynin neden öyle davrandığını anlamadan… O beynin farklı çalışmasını sağlamadan terörü engellemek mümkün değil.
Seçenekler belli: Ya “makul boyutta ekonomiyi tehdit etmeyen bir terör ikliminde” yaşamaya devam edeceğiz...
Ya da on yıl sonra daha barışçıl bir dünya için şimdiden kolları sıvayıp refahtan eğitime kadar tüm alanlarda bataklığı kurutmaya çabalayacağız…
Elbette birinci seçenek! “Kullanışlı”, “pratik”, “kolay”…
İkinci seçenek uzun, taşlı, dikenli…
Zaten bu yaşananlar bir yerde 2008 finansal krizinin yarattığı dengesizliklerin uzak etkileri…
Krizi pisliği halının altına süpürerek yöneten egemen ülkeler terörü de öyle yönetir. İşlerine gelen bu belki de…
***
“VAH VAH” YA DA “OH OH”
Alaçatı bir sembol aslında.
Bana göre “bir köyün dokusunu kaybederek acı bir şekilde kirlenmesinin nadide örneği”…
Bir başkasına göreyse “arsaların, taş evlerin prim yaptığı, yılın altı ayı kalabalık, güzel restoranları olan eğlencesi kuvvetli bir tatil beldesi”…
Alaçatı’ya benim gibi bakanlar için durum vah vah… Öbür bakışa göre oh oh… Bazen vah, bazen oh diyenler de var tabii.
Benim gibiler için şimdi kollanacak yerler Urla, Karaburun, Seferihisar, Foça, Ildır… Oralar Alaçatılaşmasın diye uğraşmak lazım. Tetikte olmak, zamanında ve güçlü olarak itiraz etmek, aynı dili konuştuğumuz yerel yönetimlere de destek vermek şart…
Bir de Kültürpark’ımız var. Kentin göbeğindeki 400 küsur dönüm bir alan. Uğruna mücadele edilesi bir sembol…
Kültürparktaki kuşları fotoğraflayan Sezai Göksu bu hafta Kültürpark'a Dokunma grubuna yolladığı Çiğdeci fotoğraflarının altına şu notu düştü:
“2012 yılından bu yana Kültürpark'ın kuşlarını gözlüyorum, kaydediyorum ve fotoğraflıyorum. Burada bu envanteri sizlerle paylaşacağım. Paylaşacağım ilk kuşun çiğdeci olmasının benim için özel bir anlamı var, çünkü İzmir'de ilk çiğdeci kaydını 30 Kasım 2013 tarihinde ben yapmışım;
http://www.trakus.org/kods_bird/uye/
Çiğdeciler (Common Myna » Acridotheres tristis) Kültürpark'ın hemen her yerinde gözlenebiliyorlar. İlginç bir beslenme davranışları var. Toprağın altını önce dikkatle dinliyorlar ve kurtçukları buldukları anda gagalarıyla onları dipten çıkartıp yiyorlar. Yuvaları yüksek ağaçlarda. İlk kayıt tarihinden bu yana epeyce de çoğaldılar. Kültürpark habitatını benimsedikleri anlaşılıyor. Doğal ortamların artması, onlar için, ve pek muhtemel tüm ekosistem için çok önemli, zira kongre merkezlerinde ya da alış veriş merkezlerinde beslenemiyorlar.
İnşaat sever zihniyet ile mücadelede belki bir küçük faydası olur düşüncesiyle; herkese selamlarımla, sevgilerimle.
Not: Fotoğraflar, 2014 ve 2016 yıllarında Kültürpark'ın Basmane kapısıyla büyük havuz arasındaki açık alanlarda çekilmiştir.”
Yarın öbür gün vah vah dememek için şimdiden ses çıkarmak gerek. Yerel idare dinlemeyecek gibi olsa da sürdürülebilir yeşil bir alan için konuşmaya devam…
Paylaş