Paylaş
Geçen hafta acı bir haftaydı. Pazartesi akşamı hem liseden hem de üniversiteden arkadaşımız Tezer Gökçeoğlu’nu kaybettik. Amansız hastalık dediklerinden… Kötüye gidiyordu. Hazırlık mıydık? Hayır. Koltukta kalakaldım haberi aldığımda.
Ana, baba acısı yaşamış, başka ölümler görmüş olmak fark etmiyor. Son 25 yılda az görüşmüş olmak da işe yaramıyor. Önceki 11 yıl öyle ağır basıyor ki. Anılar canlanıyor. O uzun, derin sohbetler yeniden dönmeye başlıyor. En son geçen yılki Sirena muhabbetinde söyledikleri… Gidip gidip geliyorsunuz.
Sızı bir hafifliyor, bir ağırlaşıyor sonrasında. Cenazesine gidememiş olmak da koyuyor bir yandan. İnternette TKP 1920’nin yayınladığı taziye mesajına rastlıyorsunuz. Bir arkadaşınız “Roll” müzik dergisinde beş yıl önce çıkmış söyleşisini ve yazısını yolluyor bu arada. Tezer’in muzip yüzünü yeniden görür gibi oluyorsunuz.
Sonra mecburen hayata dönüyorsunuz. Televizyonda Başbakan yine kükrüyor: ”İstanbul, Ankara gibi şehirlerimizin seramikleri, durakları, reklam panoları, kamu araçları, gereçleri, vatandaşımızın araçları yakılıp, yıkılırken acaba bunlarda gerçek manada insani, vatandaşlık duygusu var mı? Bunlarda bir milliyetperverlik, vatanseverlik duygusu olabilir mi? Elinde molotoflarla saldıran, şiddet eğilimiyle saldıranlara acaba biz insan nazarıyla bakabilir miyiz? Bunların talebi, arzusu nedir? Bunlardan siz bir şey anlayabildiniz mi? Ne istediler bunlar acaba, talepleri neydi?”
Bütün bu olanlardan sonra, insani açıdan, ölen beş, yaralanan binlerce kişi dışında başka “şeyleri” vurgularken hakikaten yüreğiyle mi konuşuyor Sayın Başbakan? Bu bir iftar konuşması üstelik!
Ah Tezer ah diyorum. Yıllarca daha iyi bir dünya, daha iyi bir memleket için ne mücadeleler verdin. Onun için mi çekip gittin şimdi böyle apar topar?
İmdadıma İzmir doğumlu “ah’ların” şairi Didem Madak’ın ikinci ölüm yıldönümü anısına gelen şiiri yetişiyor. Hayata bakın. Ölüm yıldönümlerinde uçuşan şiirlerle katlanıyoruz üzerimize püskürtülen sözlere.
ÇİÇEKLİ ŞİİRLER YAZMAK İSTİYORUM BAYIM!
"Zenciler prensesi olacağım. Hayat işte asıl o zaman başlayacak"
Pippi Uzunçorap
Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım
Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi
Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.
Karanlıkta oturuyorum. Işıkları yakmıyorum.
Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor
Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum.
Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu.
Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum.
Bir yağsam pahalıya malolacağım.
Ben bir bodrum kat kızıyım bayım
Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum
Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum
Fakat korkuyorum. Birazdan da
Kırk üç numara ayakkabılarınızla
Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız
Bu iyi olmaz bayım!
"Gün akşam oldu" diyorum
Ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara
Cam kırıkları yiyorlar
Rüyamda; bir kâse dolusu suyun içinde
Rengârenk yap-boz parçacıkları
Anlatmak istiyorum, dinlemiyorsunuz.
Hayır, sanırım sabahı bekleyemem
Bilmiyorum.
İnsanlar rüyalarını acilen anlatmalı.
On dört yaşındaydı ruhum bayım
Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı.
Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz
Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri
Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar
O ara içimde çiçeklerden oluşmuş
bir silahsız kuvvet ablukaya alındı
Sinemalarda da "organzm gıcırtıları" oynuyordu.
Kaçmaya çalıştım. Olmadı.
Bu nedenle, çiçekli şiirler yazmayı
Ruhum açısından faydalı buluyorum bayım.
Neyse işte
Ben her filmi hatırlarım
Sinemaların hiç bitmeyen gecesine sığındığım çok oldu.
"Sofi'nin tercihini" seyrederken çok ağlamıştım.
Öpüşen Guramilerle ilgili bir film yapsalar
Onu da mutlaka hatırlardım.
İnsan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu?
Hem sonra ben hatırlamaya alışkınım
Bir "eşya toplayıcısıyım" bayım.
Büyük gemiler de yok artık bayım
Büyük yelkenler de
Büyük kâğıtlar yakmak istiyor şimdi canım.
İşte az önce bir karabatak daldı suya
Bir süredir kayıp
Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya
Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım.
Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum.
Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen
Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?
Bir gül, bir güle derdi ki görse
Yalan söylüyorum
Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.
Paylaş