Paylaş
25 yıl boyunca ABD’deki Türklerin nabzını tutan bir gazeteci olarak Ak Parti’nin (AKP) en çok beyin göçü verdiğimiz bu ülkede CHP’den bu kadar fark yemesini sadece eğitim seviyesinin farklılığına bağlayanlar haklı mı?
Hürriyet’in Cağaloğlu’ndaki merkezinden ayrılıp New York bürosuna geçeli dile kolay 25 yıl oldu. Hergün Babıali yokuşunu çıkmıyor, 5.inci caddede yürüyordum. Öğlenleri Sultanahmet meydanının banklarındaki güneşlenmelerin yerini Bryant Park’ın güzel çimleri almıştı. O günlerde ne bir internet vardı, ne de Türk uydu kanalları. New York’un 42.sokağındaki Grand Central binasının tepesinde bugünkü sigorta firması MetLife yerinde eski havayolu firmasının ismi PANAM yazıyor, THY ise New York’a günde bir defa Brüksel aktarmalı uçuyordu. Telefon şirketlerinin Türkiye’ye dakikasına 2 dolar yazdığı o eski günlerde benzin istasyonunda çalışan bir Türk, günde saatine sadece 4 dolar kazanıyordu. Anlayacağınız Türkiye’ye telefon açmak hem lüks hem de iyi bir alışkanlık değildi. Biz bile gazetede çalıştığımız halde, Türkiye’den haberleri Almanya’da basılıp her gün uçakla New York’a gönderilen Hürriyet’den okuyorduk. Amerika’daki vatandaşlarımız da Türkiye’nin gündemi ile ilgili gelişmelerden haberdar olmak için büromuzu arardı. O yıllar ABD’de şimdiki kadar çok çok Türk işyeri yoktu ama, çok daha fazla Türk vardı. Bunların çoğu, lisan eğitimi için gelip, kaçak durumda yaşayan ya da çalıştığı gemi limana yanaşınca kaçan Türklerdi. Ben haber almak için büromuzu arayanları hafta içi arayanlar ve hafta sonu arayanlar diye iki gruba ayırırdım.
Haftaiçi arayanlar, hani o beyin göçü dediğimiz gruptan insanlardı. Yani ABD’ye yüksek lisans eğitimi için gelip, bu ülkenin sunduğu imkanların etkisiyle kalmaya karar veren, ama aklı hep Türkiye’sinde olan insanlardı. Her şeyin daha iyisini istiyor, hayalini kuruyor ve bunu başarabileceklerine inanıyorlardı. Tıpkı, Nobel ödüllü Aziz Sancar, Amerika’nın en ünlü doktoru Mehmet Öz’ün babası Dr.Mustafa Öz ve Harvard’dan tutun da ABD’nin en saygın üniversitelerinin laboratuvarlarında inanılmaz işler başaran yüzlerce biliminsanımız ve binlerce başarılı girişimcimiz gibi.
Bu insanlar; bir genel seçim, doğal bir afet ya da bir ülkemizde güncel bir kriz olduğunda hemen büromuzu ararlardı. Yaşları yüksekti. Kibar konuşurlar, sohbet etmeye çalışırlardı. İşimizin yoğunluğuna rağmen onlara bildiklerimizi aktarmak bize mutluk verirdi. Haftasonu arayanlar, tahmin edeceğiniz üzere, futbol maçlarının sonuçlarını öğrenmek içindi.
Bir pazar günü, futbol maçı sonucunu öğrenmek için arayanların sayısı 1 Kasım seçimlerinde tüm ABD’de oy kullanan seçmenin sayısına yakındı. Yani binlerce kişi. Onlara telefonu açamazdık. Telesekretere maç sonuçlarını okuyup sonuçları otomatik dinletirdik. O haftaki maçların önemine göre arayanlar 10 bin kişiyi geçerdi. Derbi maçlarında golleri kimin attığını sesli mesajda bırakmadıysak, vay halimize, dinle küfürün bin türünü…
O yıllarda ABD’de yaşayan Türklerin en büyük özlemi, seçimlerde oy kullanmak veya tuttuğu takımın maçını izleyememekti. Maç meraklıları bu işi o yıllarda yaygın olan videoculardan hallediyordu. Maçın video kaseti ertesi gün İstanbul’dan gelen bir yolcuya veriliyor, videocuya gelen kaset aynı gün yüzlerce adet çoğaltılıp kiralanıyordu.
1990’lı yıllarda Türk uydu yayınlarının ABD’ye gelmesi, internetin yaygınlaşması, yani işin kolaya binmesi, ayrıca Amerika hayali sönen ve kaçak yaşayan Türklerin ülkemize geri dönmek zorunda kalmasıyla hafta sonu çalan telefonların sesi kesildi. Her şeyin daha iyisine sahip olmak isteyen büyük hayaller kuran, Amerika’da bunu başarabileceklerine inanan ve çok çalışan Türklerin haftaiçi telefonları daha da artarak çalmaya devam etti.
Paylaş