OSMANLI tarihi, 622 yıl sürdü ve Osmanlı Devleti kurulduğu günden beri topraklarında bir Ermeni azınlığı barındırdı.
Bu azınlık, Osmanlı’nın son 50 yılında politika gündemine getirildi. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra yabancı devletler Osmanlı Ermenilerine resmen el attılar. Ondan sonradır ki, Osmanlı İmparatorluğu’nda ciddi Ermeni isyanları ve silahlı ayaklanmalar görüldü. O tarihlerden başlayıp imparatorluğun çöküşüne kadar, yaklaşık yarım yüzyıl, Ermeni sorunu güncelliğini korudu. * * * 622 yıllık Osmanlı tarihinin son 50 yılı Ermeni sorunları bakımından önemli ve hâlâ tartışmalıdır. Oysa o tarihe kadar Osmanlı Ermenileri rahat, huzur içinde ve mutlu yaşıyorlardı. Anadolu’da Ermeniler, Türklerden daha varlıklıydı. Bunlar bir değil, beş büyük devletin koruyucu kanadı altındaydılar. Askere gitmiyorlardı. Savaşlarda ölmüyorlardı. Ayrıcalıklı durumlarından yararlanarak ticareti ve küçük zanaatları ele geçirmişlerdi. Anadolu’da Hıristiyan nüfus günden güne artıyordu. Türklerin tarlasını, bozulan çiftliklerini, bütün varını yoğunu Ermeniler ve diğer Hıristiyanlar satın alıyordu. Osmanlı Ermenisi köyde ağa, kasabada eşraf, kentte zengin işadamı olmuştu. Başkent İstanbul’da sırmalı paşa oluyorlardı. * * * Türk köylüsünün korkulu rüyası mültezimlerin (devlet görevlisi olarak vergi toplamayı üstlenen kişilerin) çoğu Ermeni idi. Durmadan yakınanlarsa yine Hıristiyan Osmanlı vatandaşlarıydı. Yabancı konsoloslar, hatta büyükelçiler, onlara arka çıkıyordu. Bütün antlaşmalar onlar içindi. Osmanlı Hıristiyanları’nın yakınmaları Avrupa basınına kat kat abartılarak yansıtılıyor ve uzaktan davulun sesi bir başka türlü oluyordu. Türk bir suç mu işlemiş? Hemen sert biçimde cezaya çarptırılıyordu. Aynı suçu işleyen bir Ermeni ise “şöyle böyle” cezalandırılıyor ya da büsbütün bağışlanıyordu. Bunları İngiltere’nin o tarihteki Trabzon Konsolosu Palgrave, 1868 yılında yazmıştı. Palgreva şöyle diyordu: * * * “Yalnız Trabzon bölgesinde değil, Anadolu’nun ta göbeğinde de, Hıristiyanlar debdebeli evleri, şık giysileri ve mücevherleri ile servet ve refah düzeylerini açıkça sergiliyorlar. Onların bu durumu, uzaklarda (Avrupa’da) çok konuşulan sözde başka iddialarla hiç bağdaşmıyor. Müslüman halk bakımından ise durum acıklı biçimde bunun tam tersidir.” İngiliz Konsolosu, Londra’ya yolladığı raporunda şunlar da vurguluyordu: “Türkiye’deki Hıristiyanların Müslümanlara kıyasla refah içinde olmalarını, onların daha enerjik, daha çalışkan ve daha erdemli olmalarına yormak yanlıştır. Gerçek şu ki, çalışkanlık, doğruluk, namusluluk ve dürüst iş çıkarma bakımından Müslümanlar, şaşmaz biçimde, Ermeni ve Rum hemşerilerinden kesinlikle bir gömlek üstündürler. Ama ne var ki, Müslüman Türkler, muazzam bir yükün altında sistematik olarak ezilmişlerdir ve ezilmektedirler. Hıristiyanlar ise Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ayrıcalıklı durumlarını sürdürerek son yüzyıldan beri sürekli olarak zenginleşmişlerdir.” “Tek omuza yüklenmektir bu...” diyordu İngiliz Konsolosu... “Osmanlı Devleti kendi ağır yükünün tümünü Müslüman Türklerin omuzlarına yüklemiştir. Bu yük, Müslüman ve Hıristiyan tebaanın omuzlarına eşitçe bölüştürülmeli. Yoksa bu imparatorluk sittin sene belini doğrultamaz.” Konsolos, raporunu şöyle bitiriyordu: “Bugün görülen odur ki, Osmanlı Hükümeti, Hıristiyan tebaa yararına Müslüman tebaasını ezmek gibi ağır bir suçlama altındadır. Ben bu suçlamayı üzülerek doğrulamak durumundayım.” * * * Osmanlı Devleti’nin son 50 yılı içindeki dunumu kısaca buydu. Ermeniler ve Rumlar, Türklerden çok daha iyi durumdaydılar. Bu bilgileri, uzun yıllar büyükelçilik yapan araştırmacı Bilâl Niyazi Şimşir’in “İngiliz arşivlerini bir bir elden geçirerek” yazdığı ve Bilgi Yayınevi’nin yayınladığı “Osmanlı Ermenileri” adlı kitabından aldım. “Osmanlı Ermenileri”ne haftaya devam edeceğim.