31 yıl önce, 12 Eylül 1980 askeri darbesini takip eden günlerde, siyasi yasaklı Demirel’e “Bir bilen” adı takılmıştı.
Sıkıyönetim izin vermediği için Demirel siyasal konularda konuşamıyor, basına demeç veremiyordu fakat gazeteler o dönemde değişik bir yöntem izlemiş ve isim vermeden “Bir bilen diyor ki” diyerek onun görüşlerini yayınlayıp yasağı delmişlerdi. “Bir bilen” in demeçleri o günlerde demokratik düzenin tekrar kurulması için bir umut ışığı olmuştu. 9. Cumhurbaşkanı Demirel bugün, bilge kişiliğiyle köşesine çekilmiş, emeklilik günlerini yaşıyor. Ancak Türkiye’nin meseleleriyle yakından ilgileniyor ve ülke sorunları hakkında görüşlerini açıklıyor. Diyor ki:
“Olup bitenlere baktığımız zaman, Türkiye’nin bir yönetim sıkıntısı içinde olduğunu görüyoruz. Ana sebep, ülkenin devlet çatısıdır. Devlet çatısı kurumlardan oluşur. Yönetim, ahenk içinde bunları götürme sanatıdır. Ama bizim ülkemizde görüyoruz ki, bu ahengi her zaman sağlayamıyoruz. Bunu sadece bugün için söylemiyorum, genelde söylüyorum. Türkiye yeni kurallar arıyor. Türkiye yeni anayasa arıyorsa, yeni kurallar arıyor demektir. Devletin en önde gelen görevi: 1) Emniyet ve asayiştir, 2) Güvenliktir. İkisini birbirinden ayırıyorum. Emniyet ve asayiş daha ziyade normal zamanların halini anlatır, daha çok adi suçlardır. Güvenliğe gelince bu normal düzeni aşan bir meseledir. Güvenlik meselesinde her zaman fevkalâde usullere başvurulur. Bu usuller Olağanüstü haldir, sıkıyönetimdir. Bu şunu gösterir: Devlet normal olağan usullerle idare edilemez hale gelmiştir ki, o yollara gidiliyor. Dünyanın her tarafında da bu böyledir. Bir yerden sonra müdahale eden asker şu sloganı kullanır: “Uçurumun kenarına geldik, çöküyoruz, kurtaralım!” Bu tamamen vasiliktir. Bizim düzenimizde bir yerde asker devletin vasisidir. Bugün ne yapmaya çalışıyoruz? Bu vesayeti kaldırmak istiyoruz. Yani bütün bu itişmelerin kakışmaların kökeninde yatan budur. Bunu kaldırabilmek için anayasanızda gerekli değişikliği yapacaksınız. Kim neyi yapacak? Hangi yetkilerle yapacak? Kime bağlı olarak yapacak? Bunların hepsini öyle bağlayacaksınız ki, sivil idare ve sivil demokrasi dediğiniz hadisenin hakkı verilmiş olsun. Türkiye bunu eninde sonunda yapmak durumundadır. Hiç kimse alınmasın, gücenmesin! Asker, devletin askeridir. Asker kendi milleti üzerinde vesayet iddia edemez ama bir yere geldiğinde, ülkenin iyi yönetilememiş olması ve sıkıntılar içine düşmesi onu da rahatsız eder.
Özetle demek isterim ki, hedef, demokratik rejimin iyi işlemesi, kurumların ahenk içinde çalışması, halk ile devletin kucaklaşmış bulunması olmalı... Devlete ve rejime müdahale gibi fevkalâde tedbirlere gerek olmamalıdır. Eğer bir ülkede; · Huzur, sükûn, emniyet ve asayiş kurulabilmişse, · Can ve mal güvenliği, hukukun içinde kalarak korunabiliyorsa, · Adalet çabuk ve doğru dağıtılabiliyorsa, · Hak ve fırsat eşitliği varsa, · İnsanlar o devletin vatandaşı olmaktan gurur duyuyorlarsa, · Siyasi iktidar değişikliği kurala bağlanmışsa, · Ve bu kural kansız, kavgasız, hilesiz, entrikasız uygulanabiliyorsa, · Halk tok ve geleceğine güvenle bakıyorsa, · Orada başarılı bir devlet yönetimi var demektir. Türkiye’nin bir gün bu sıkıntıların hepsinden kurtulması ve devletin başarılı bir devlet olması için, öfkeyle değil, akla, bilgiye, tecrübeye dayanılması gerekir! Sihirli bir formül yoktur, iyiye ve güzele ulaşmak için akıl, bilgi ve tecrübe vardır!”