’KEMAL’ ismi bana çok sevimli gelir. Bu, "Mustafa Kemal"i sevdiğimdendir.
"Kemal" denilince hep vatanperver insanları hatırlarım. Tabii ülkemizde "Artin Kemal"ler de yetişmiştir ama onlar istisnadır.
Şu isimlere bakın: "Yahya Kemal", "Yaşar Kemal", "Orhan Kemal", "Kemal Tahir". Hepsi de değerli şair ve yazarlarımızdır.
Kemal Baytaş bürokrasinin, Kemal Kınacı Babıáli’nin, Kemal Ulusu futbol dünyasının değerlerindendir. Sahi, Kemal Kılıçdaroğlu da var tabii... Bütün Kemalleri burada bir bir saymaya imkán yok elbette.
Bugün, TÜTAV (Türk Tanıtım Vakfı) Başkanı Kemal Baytaş’tan söz edeceğim.
Baytaş, 4 yabancı ülkeden "Onur Madalyası", bir ülkeden "Halk ve Dostluk Büyükelçisi", iki üniversiteden "Fahri Doktora" unvanları almış bir kişi... Geçen yıl Türk Dil Tarih ve Kültür Yüksek Kurumu’ndan "Sema Yıldızı", bir üniversite ve vakıf tarafından da "Örnek Vatandaş Ödülü"ne layık görüldü.
* * *
Kemal Baytaş, Ankara’dan İstanbul’a her gelişinde, onunla mutlaka görüşür, sohbet ederiz. Konuşmaları genellikle ülke sorunları üzerinedir, şunları anlatır:
"Batı álemi, Osmanlı’nın son dönemini ’Hasta adam’ olarak nitelemiştir. Tarihçiler bunun nedenini ’Yobazlık, sefahat, entrika, milli duygulardaki yozlaşma ve dışa teslimiyet’ diye belirtiyor. Yobazlık ve ilkellik, asırlar boyu ülkenin başına musallat oluyor. Her türlü yenilik, çağdaşlık, kültür, bilim, teknoloji, ’gávurluk diye’ dışlanıyor.
Kokuşmuşluk ve rüşvet, devlet yönetimine egemen oluyor. Şair o dönemi ’Selam verdim, rüşvet değil diye almadılar’ sözü ile anlatıyor.
* * *
Mevta haline gelen imparatorluk, leş kargası emperyalistlerin talanına uğruyor. Kapitülasyonlar ekonomiyi esir alıyor. Ülke kaynakları (şimdiki gibi) bir bir yabancılara peşkeş çekiliyor. Dönemin İngiliz Büyükelçisi, Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa’ya ’Artık sonunuz geldi, batıyorsunuz’ diye takılıyor. Paşa ise bunu ’Hiç merak buyurmayın, yıllardır siz dışarıdan, biz içeriden her türlü melaneti çeviriyoruz ama yine de batıramıyoruz!’ diye yanıtlıyor.
Ancak, sonunda Osmanlı Devleti batıyor ama onun enkazı üzerinde ’Türkiye Cumhuriyeti’ adında yepyeni, modern bir devlet fışkırıyor. Türk milleti bunu Atatürk’ün önderliğinde, aç, perişan, ülkesi için savaşan ’Çılgın Türkler’e borçlu oluyor.
Şimdi ikinci bir ’Hasta adam’ dönemi yaşanıyor. Ama artık ne Atatürk, ne de o dönemin Çılgın Türkler’i var!
* * *
Osmanlı dönemindeki selam ve nafaka karşılığı olan rüşvetler, şimdi ’hanlar, apartmanlar, villacıklar, gemicikler’ aldırtıyor.
Abdülhamid dönemine taş çıkartan bir telekulak rezaletiyle ulusal bir stres ve korku, ülke üstüne kara bulut gibi çöküyor. Bunlar ise hálá boş nutuklar çekiyor! Uyutma politikası!
Osmanlı, Türklük yerine ümmetçiliği esas alarak milli ruhu yok ediyor, bunlar da Türklük ve milliyetçiliği ayrımcılık olarak görüp ulusalcılığı suç sayıyor.
Tüm anayasal organlar, medya, üniversiteler, odalar, barolar, sendikalar, laik Cumhuriyet’e sahip çıkın, korkunun ecele faydası yoktur!"
Böyle diyor Kemal Baytaş... "Sözlerin çok sert olmadı mı?" diyorum, "Hayır, az bile oldu" diyor.