BAZI olayları duydukça tiksiniyorum. Birçok hastane artık ticarethane gibi!
Ölecek hastaya umut verip kandırarak zorla ameliyat ediyorlar, sonra da hasta ölüyor tabii... Ve suçu Tanrı’ya yüklüyorlar: “Ne yapalım, kader! Allah öyle istedi!” İnsanları, insan değil, mal olarak, meta olarak görüyorlar. Bazı özel hastaneler, doktorlara “Haftada kaç ameliyat yaparsın?” diye sözleşme imzalayarak iş veriyor. ¡ ¡ ¡ Bir arkadaşım, yakını olan bir doktorun uzun süredir işsiz olduğundan yakındı. Sebebi, o doktorun, Hipokrat yeminine sadık, düzgün, dürüst bir kişiliğe sahip olması... Hastaya, ihtiyacı olan işlemlerin dışında hiçbir şey yapmıyormuş... Oysa, hastanın bir-iki aspirinle geçecek önemsiz bir baş ağrısı bile olsa, kafatasının röntgeni çektirilmeli, tomografi yaptırılmalı, idrar tahlili, kan tahlili, elektro gibi işlemler de ihmal edilmemeli! Doktorun, çalıştığı özel hastaneye mutlaka para kazandırması gerekiyormuş! O doktor, “Ben insanıma böyle kazık atamam, neye ihtiyaçları varsa onu yaparım” diye ısrar edince, her yerden kapı dışarı edilmiş! Uzun zamandan beri, hemen her gün öyle şikâyetler geliyor ki, değil bu sütuna, kitaplara bile sığmaz! Zavallı insanlarımızı, çaresizliklerinden yararlanıp, kaz gibi yoluyorlar! Bu arada, sağlam, düzgün doktorlarımızı ve hastanelerimizi tenzih ederim. Hepsi değil ama önemli bir bölümü maalesef yukarıda anlattığım gibi... ¡ ¡ ¡ Size, iki yıl önce kendi başımdan geçen bir olayı anlatayım. O günlerde “Bu kişisel bir meseledir” diye düşündüğüm için yazmamıştım. Aradan iki yıla yakın zaman geçti. Benzeri şikâyetler artınca, anlatmam gerektiğine karar verdim. Eşim Emel’in ablası, yani baldızım Yücel Suarık hastalanmıştı... Durumu çok ciddiydi. Bünyesi o kadar zayıftı ki, ben onun “ağır bir kalp kapakçığı ameliyatını” kaldırabileceğine inanmıyordum. Birçok tanıdık doktor da aynı şeyi söylüyor, sadece ilaç tedavisi öneriyordu. Bu arada, ünlü bir profesör doktor ve lüks bir hastane adı verdiler. Adlarını özellikle yazmıyorum, çünkü amacım onları yerin dibine batırmak değil, insanlarımızı uyarmak! ¡ ¡ ¡ Kalkıp gittik. Ünlü doktor, güleryüzlü bir profesördü... Kimliğimi açıklamadım. Gazeteci olduğumu söylemeyi sevmem. Tüm incelemelerden sonra baldızım yalvaran gözlerle bakarak “Umut var mı doktor?” diye sordu. Doktor kendinden emin ve inandırıcı bir ses tonuyla: “Ne demek umut var mı? Hemen ameliyat yaparız, bir hafta sonra sapasağlam taburcu olursun, onuncu günde seninle diskoya gidip dans ederiz!” dedi. Güçlükle konuşan hasta “Sahi mi doktor? İyileşir miyim?” derken, fersiz gözlerde ümit ışığı parladı. Ben, hastanın durumunun umutsuz olduğunu görüyordum ama “Herhalde doktorun bir bildiği var” diye düşündüm. O kadar emin konuşmuştu ki, inanmamak elde değildi. Hastane görevlileri “Ancak” dediler, “doktorun ameliyata girmesi için veznemize hemen 8 bin 500 lira yatırmanız lazım! Peşin para olmazsa ameliyata girmez! Doktorun parası nakit yatacak, kredi kartı olmaz! Diğer masrafları sigortanızdan alacağız!” Bulup buluşturup doktor parasını nakit olarak yatırdık! ¡ ¡ ¡ Ameliyat yapıldı ve hastamız öldü! Hiç şaşırmadım! Böyle olacağını biliyordum zaten ama ah o umut yok mu? Koskoca profesör doktor, kendisine ve hastanesine para kazandırma uğruna yalan söylemiş ve hastayı resmen aldatmıştı! O ve onun gibiler insan hayatını “ticari bir meta” olarak görüyordu. Özel lüks hastanelerde tek amaç maddi kazanç sağlamak mıdır? Para kazanma hırsının bütün değerleri yok ettiği günümüzde her şeye rağmen insanlık ölmemeli! Fakat ne çare ki birçok yerde doktorluk mesleği de tüccarlığa dönmüş!