“95 yaşında bir insan yargılanır mı?” diyorlar... Aklı başında, sağlığı yerindeyse neden yargılanmasın? Her insan, gerektiği zaman geçmişiyle hesaplaşmasını bilmelidir. Saygı Öztürk’le konuşan Evren Paşa “Koç gibi yargılanırız, hesabımızı veririz” demiştir. Bu, yürekli bir davranıştır. Önce şunu belirteyim: Ben de 12 Eylül 1980 harekâtının mağdurları arasındayım. O dönemde Genel Yayın Yönetmenliği’ni yaptığım Günaydın ve Tan Gazeteleri, Evren’in talimatıyla ikişer defa süresiz olarak kapatılmıştı. Hem ekonomik, hem siyasi âçıdan büyük sıkıntılar çekmiştik! Sık sık Selimiye kışlasına çağrılıyor, Sıkıyönetim Komutanı tarafından fırçalanıyorduk! Ancak... Eğri oturup doğru konuşmak, Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek gerekir. Evren Paşa’nın “Darbe” suçundan yargılanması gündeme gelince hafızamız bizi 32 yıl önceye götürdü. Kişisel duyguları bir yana bırakınca, gözlerimizin pembe ekranında o dehşet dolu kapkara günleri bir kez daha yaşar gibi olduk. * * * Ne müthiş bir dönemdi o... 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye bir karabasanlar ülkesi haline dönmüştü. Her sabah, bir gece önceki ölüm haberleriyle uyanıyorduk. Sokaklardan, caddelerden cesetler toplanıyordu. Ülkede oluk gibi kan akıyor, karşıt görüşlü gruplar birbirlerini boğazlıyor, yollar, meydanlar savaş alanına dönüyordu. Güvenlik kuvvetleri çaresizdi. Kentlerde polis, kırsalda jandarma olayları önleyemiyordu. Anarşi ortaokullara kadar inmişti. Hiç kimsenin can güvenliği yoktu. Üniversitelerde sağ ve sol görüşlü öğrenciler, filmlerdeki “Teksas kovboyları gibi” düello yapıyor, her gün gencecik bedenler cansız yere seriliyordu. Anneler-babalar evlâtları için endişeleniyor, korku içinde çırpınarak onları okula göndermek istemiyordu. En az 10 15 aile ocağının sönmediği gün yok gibiydi! Saldırılar, cinayetler, suikastlar artık sıradan olaylar haline gelmiş, gazetelerde tek sütun haber olarak yayınlanmaya başlamıştı. O kadar çok olay meydana geliyor ve o kadar çok insan öldürülüyordu ki, biz gazeteciler olarak, hangi birini takip edip haber yapacağımızı şaşırır hale gelmiştik. * * * O dönemdeki Türkiye Büyük Millet Meclisi de bir âlemdi... Liderler her gün kavga ediyor, partililer, aralarında kan davası varmış gibi birbirini yiyor, koca Meclis, bir Cumhurbaşkanı bile seçemiyordu. O günlerde 6’ncı Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün görev süresi dolmuş, İhsan Sabri Çağlayangil Cumhurbaşkanlığı’na vekâlet etmeye başlamıştı... Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı’nın derhal seçilmesi gerekiyordu ama aylar geçiyor, Meclis’te hiç bir sonuç alınamıyordu. Partiler birbirlerini boğazlamakla meşguldü! Halk “İmdat” diyordu. Geceleri sokağa çıkılamıyordu. Kocasını işe uğurlayan ev kadınları, çocuklarını okula gönderen anneler-babalar “Acaba sağ salim dönecekler mi?” diye kalp çarpıntıları içinde akşamı bekliyorlardı. Ülke karanlık bulutlarla kaplıydı. İlerisi için hiçbir umut ışığı görünmüyordu. Halk umutsuzluk içinde çırpınmaktaydı... * * * Bu kâbuslu ortamda o günün Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, yönetime el koydu. Yalnız halk değil, herkes onu alkışladı. Sıkıyönetim ilan edildi, anarşik olaylar durdu, ülkede huzur ortamı sağlandı. Hazırlanan yeni Anayasa yüzde 92 gibi rekor bir oyla kabul edildi ve aynı oranda oyla Kenan Evren 7’nci Cumhurbaşkanı seçildi. 1980 Darbesi’nin üzerinden 32 yıl geçti. Bugünlere, 12 Eylül sonrasında hazırlanan Anayasa ve yasalarla geldik. Şimdi, 95 yaşındaki Evren Paşa hakkında “Darbe suçundan” müebbet hapis istemiyle dava açıldı. Yaşamamış olanlar o günlerin dehşetini bilemezler! Evet, Evren yargılansın ama gazeteci-yazar arkadaşımız Mehmet Türker’in teklif ettiği gibi adaletin daha iyi tecellisi için, Evren’i yargılayacak mahkeme heyetinin o günleri yaşayan, o günleri gören, o günleri bilen yargıçlardan oluşması gerekir.