KANALTÜRK ’te Merdan Yanardağ’ın hazırlayıp sunduğu 5’inci Boyut programında Emin Çölaşan ile yapılan söyleşiye, Hürriyet Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan da telefonla katıldı. Aydın Bey bir ara benden de bahsederek, Hürriyet’in eski sahibi Erol Simavi zamanında geçen bir olayı nakletti. Tamamen doğru olan bu olayı, daha ayrıntılı olarak bir de ben anlatmayı uygun buldum.
Birkaç gün öncegazetelerde okudum... Hürriyet Gazetesi’nin eski sahibi Erol Simavi, uzun süredir yaşadığı İsveç’ten Türkiye’ye telefon ederek, Hürriyet’ten ayrılan Çölaşan’a:
"Bak Çölaşan... Param olsa inan ki şu yaşımda Babıáli’ye dönüp senin için gazete çıkaracağım... Param var ama bana yetecek kadar var!" demiş...
Erol Simavi’nin, eskiden beraber çalıştığı ünlü bir köşe yazarına üzüntülerini bildirmesi çok normal, fakat garip olan şu ki, aynı Erol Simavi yıllar önce Çölaşan’ın yazılarını bizzat sansür ediyordu. Önceleri çok karşı olduğu Çölaşan’a sonradan bin bir güçlükle alışmıştı.
Yıllar sonra bir gün Emin Çölaşan’ın ev telefonu çalıyor. Arayan Erol Simavi’dir... Emin Çölaşan "Unutulmayan Söyleşiler" kitabında bunu şöyle anlatıyor:
"- Çölaşan, kızım Yasemin’in bugün bir oğlu oldu.
- Sizi kutluyorum efendim, çok sevindim.
- Dur ama dinle, seni öyle seviyor ki, adını Emin koydu. Seni hepimiz çok seviyoruz. Artık senin de bir torunun var, haberin olsun."
Bu diyaloglar beni eski yıllara götürdü. Yıl 1989’un sonlarıydı. O tarihte, Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni idim. Emin Çölaşan henüz köşe yazarlığına başlamamıştı. Haftalık röportajlar hazırlıyordu. Onun yazacağı günlük yazıların büyük bir ilgi toplayacağına inanıyordum. Ona köşe açmaya karar verdim. Patron Erol Simavi bana karşı çıktı ve dedi ki:
"Ben bunu uygun bulmam şekerim... Onun sert yazıları herkesi kırar, sonra başımız ağrır şekerim!" (Erol Bey dil alışkanlığı ile ’şekerim’ sözcüğünü çok sık kullanırdı.)
"Emin yanlış yazmaz!" dedim. "Yarası olan gocunur... Doğru olan yazılardan neden başımız ağrısın? Okur artık Çölaşan’ın röportajları tadında köşe yazıları istiyor."
O kadar çok ısrar ettim ki, Erol Bey sonunda istemeye istemeye razı oldu.
"Madem çok ısrar ediyorsun, haftada iki gün yazsın... Fakat her gün aynı yere koyma... Bir sağa, bir sola, bir aşağı, bir yukarı koy... Her gün başka yerde olsun, aynı köşeye alışmasın... Haa, yazılar çıkmadan önce bana faksla yollayın, bir okuyayım!"
O tarihte Erol Simavi İsviçre’de yaşıyordu. Bin bir güçlükle razı olan Erol Bey "Haftada iki yazı" dedi ama ben Genel Yayın Müdürlüğü yetkimi kullanıp "Bir gün de benden" diyerek Emin Çölaşan’ın yazılarını üçe çıkardım.
Hürriyet’in Yayın Danışmanı olan meslektaşımız Doğan Hızlan, Çölaşan’ın yazılarını Erol Simavi’ye fakslıyor, ondan onay alırsak gazeteye basıyorduk.
* * *
Erol Simavi, patronluk yetkisini kullanıp, Emin Çölaşan’ın birçok yazısını, fazla sert bulduğu ya da zülfüyare dokunduğu için veto edip yayınlatmadı. Ben, o dönemde Hürriyet Gazetesi’nin Yazı İşleri Müdürü olan Akgün Tekin’e hep şunu söylüyordum:
"Emin Çölaşan’ı ara... Bugün yazısı girmiyor. Fakat kızıp yazmaktan vazgeçmesin. Erol Bey’in patron kaprisidir bu... Bir süre sonra o da alışacaktır. Yazılar iyi gidiyor."
Akgün Tekin, benim mesajlarımı Çölaşan’a iletiyor, o da büyük bir azimle yazmaya devam ediyordu. Durum tahmin ettiğim gibi gelişti. Bir gün geldi, Erol Simavi inadından vazgeçti, sansürlü de olsa, Çölaşan’ın yazıları önce dörde, sonra da her güne çıktı.
Şimdi bir Çölaşan hayranı olan ve parası olsa ona gazete çıkaracağını bile söyleyen Erol Simavi, ısrarım olmasaydı, o hayran olduğu yazarı az daha köşe yazılarına başlamadan yok edecekti... Bunları, gerçeklerin bilinmesi için yazıyorum. Hayat büyük bir tecrübedir.