AYNA bizi güzel göstermiyorsa kabahat onun mu?Genellikle tepkisiz, ya da çok geç tepki veren bir toplumuz.
Birçok olayda "neme lazımcı", duyarsız bir tavır sergiliyoruz.
İktidardaki partinin önemli adamlarından biri, bir imar sorununda aracılık yaparak bir milyon doları götürüyor, toplumda hiçbir reaksiyon yok. Ülkede birçok antidemokratik işlemler oluyor, yine gık yok. Zamlar sulusepken kar gibi üzerimize yağıyor, yine ses seda yok.
"Yolsuzluklara damardan gireceğiz", "Hortumları keseceğiz" diye işbaşına gelenler, temiz ellerden bahsedenler, yanlarındaki her geçen gün daha da kararan kirli elleri görmüyor, ya da görüyor, bir şey diyemiyor. Toplumda yine hiçbir reaksiyon yok.
Peki, bizim toplum niye böyle duyarsız, neden böyle tepkisiz?
Aynasına kızan toplum talihine küssün!
* * *
Bir süre önce, şimdi işadamı olan eski gazeteci dostumuz Turgut Dinsel, sağlık yazarı Coşkun Bel, modacı arkadaşımız Mustafa Küçükaslan ve kalp uzmanı Doçent Dr. Kemal Yeşilçimen, yemekli bir dost toplantısında sohbet ediyorduk. Dedik ki:
"Bizim toplum hemen her olayda niçin bu kadar duyarsız? Avrupa Birliği görüşmeleri, neredeyse durdu, hiç ses çıkaran yok. Reaksiyon duygumuz çok geç mi devreye giriyor?"
Doçent Dr. Yeşilçimen, "Bakın izah edeyim. Fakat lütfen hiç kimse alınmasın" dedi ve şöyle anlattı:
"Doğanın en zarif hayvanlarından biri olan ceylanın herhangi bir tehlikeye karşı reaksiyon süresi 17 milisaniye, yani yaklaşık saniyenin dörtte biri. Eğer 18 milisaniye olsaydı kaçamaz ve aslana yem olurdu!
Mandaların ve öküzlerin reaksiyon süresi, ceylandan yaklaşık 250 kat daha yavaş, 17 saniye. Bu yüzden geçen treni çok geç algılarlar. ’Öküzün trene bakması gibi’ sözü bundan çıkmıştır.
Bizim toplumun reaksiyon süresi ise 17 yıldır. Katil Apo, cinayetlerine başladıktan 17 yıl sonra, sert tepki gösterilip Suriye’den atılması sağlanmış ve Kongo’da yakalanmıştır.
Avrupa Birliği’ne giriş süresini ise ancak 17 yıl sonra düşünmeye başlayacağız!"
* * *
Yılmaz Dağdeviren’in anlattığı bir hikáye de ilginç. Yarası olan gocunsun!
"Köylünün biri, tarlasına sürekli zarar veren hayvanın ne cins bir mahluk olduğunu anlamak için nöbet tutmaya başlar.
Bir akşam, karanlık çökerken hışırtılar duyar ve dikkat kesilir.
Az sonra bir de bakar ki, kocaman bir ayı, tarlada ekili olan mahsulü koparıyor, kokluyor, beğenmediklerini atıp, beğendiklerini yiyor.
Ertesi akşam aynı ayı yine gelip tarlayı altüst etmeye, ürünleri koparmaya başlıyor. Dayanamayan köylü tüfeğini doğrultuyor ve ayıyı orada vurup öldürüyor. Olay duyulunca adamı mahkemeye çıkarıyorlar. Hákim soruyor:
’Evladım, sen av yasağı olduğunu bilmiyor musun? Bu hayvanlar koruma altında, nasıl öldürürsün bunu? Yasalara göre seni hapse atmam gerekiyor!’
Köylü şaşırarak şöyle diyor:
’Nasıl olur hákim bey? Bu hayvan benim bütün tarlamı dağıtarak bir yıllık emeğimi mahvetti. Hatta bana da saldırdı. Ben de onu öldürdüm!’
’Vallahi evladım, bu kanunu ben yazmadım. Bunu Meclistekilere soracaksın. Ben sadece uyguluyorum.’
Köylünün gözleri şaşkınlıkla açılır ve:
’Vay canına be!’ der, ’Bu ayının da Meclis’te adamı varsa, pes vallahi!’"