EYÜP Karadayı spor yazarıdır. 50 yıldır maçlar yazar, futbol yorumları yapar. Aynı zamanda bir fıkra fabrikasıdır. Babıâli’de, anlattığı fıkralarla da haklı bir isim yapmıştır.
Bu pazar, Karadayı’nın, yeni basılan “Ayıptır Söylemesi-3” adlı fıkra kitabından iki fıkra nakledeceğim. * * * Ailenin tek kızı Londra’da okumaktadır. Ne var ki, bu güzel kızdan uzun zamandır hiç haber alınmamıştır. Tüm aile merak içindedir. Derken günün birinde postacı bir mektup getirir. Hem de Londra’daki kızdan! Aile toplanıp, babanın mektubu okumasını merakla bekler. Baba ağır ağır okumaya başlar: “Sevgili baba ve anneciğim. Uzun zamandır size yazamadım. Beni affedin. Ama özel yaşamımda önemli değişiklikler oldu.” Herkes, tam bir sessizlik içinde dinler. Baba devam eder okumaya: “Bizim okuldan bir Hintli öğrenci arkadaşımla evlendim. Bu esrarkeş Hintli ile evlenmek zorundaydım. Zira daha önce hamile kalmıştım! Yakında bir bebeğimiz olacak!” Baba güçlükle okumayı sürdürür: “Kocamı seveceğinizi sanıyorum. Beni de esrar içmeye alıştırmasından başka kötü bir yanı yok! İkimiz de, bulup buluşturup esrar içerek geceleri parkta yatıyoruz. Paramız yok ama mutluyuz! Çok sıkışıp aç kalınca, sağdan soldan bir şeyler çalıp idare ediyoruz. Çok şükür henüz polise yakalanmadık!” Tüm aile perişan vaziyette... Ağlayanlar, baygınlık geçirenler var! Baba yutkunup, güçlükle mektubun sonunu getirmeye çalışır: “Kaliteli esrar bol olduğu için yakında Afganistan’a gideceğiz. Muhtemelen yolda bir ülkede doğum yaparım. Dönüşte İstanbul’a, size uğramaya niyetliyiz. Eğer bize şimdiden biraz esrar bulursanız çok seviniriz! Şimdilik elveda!” Baba, bitkin vaziyette elindeki mektubu fırlatıp atar. Ağlayanlar, bayılanlar gırla! Bu sırada kenarda sessizce olayları izleyen ailenin küçük oğlu, eğilip yerdeki mektubu alarak babasına seslenir: “Baba! Bak! Ablam mektubun en sonuna ‘Sayfayı çevirin’ diye yazmış!” Baba, mektubu alıp arkasını çevirince, gözleri parlar ve yüksek sesle okur kızının son satırlarını: “Bütün bu yazdıklarımın hepsi yalan! Ben sadece sınıfta kaldım, o kadar!” Odanın içi birden bayram yerine döner! Herkes birbirine sarılarak, kızlarının sınıfta kalışını kutlarlar! Ne demişler? “Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” bu olsa gerek! * * * Ülkenin birinde işbaşına gelen bir başbakan, zamanla diktatör olmuş. Astığı astık, kestiği kestik! Bu adam, ava da meraklıymış! Bir gün erkenden ava çıkmış, ancak, akşama kadar bir keklik bile vuramayınca, bu uğursuzluğu, sabah konutundan çıkarken rastladığı bir sarhoşa atfederek, bu uğursuzun yakalanıp kafasının vurulmasını emretmiş! Sarhoşu bulup, diktatör başbakanın karşısına getirmişler! Cellat hazır! Garibin kelle gitti gidecek! Sarhoş, son bir umutla başbakana seslenmiş: “Yüce efendim, sana son bir sözüm olacak. İzin verir misin? Sabah ilk beni gördün ve bir keklik bile vuramadın. Şimdi ‘Uğursuz sensin’ diyorsun. Tamam! İyi ama, benim de sabah ilk gördüğüm insan sensin. Sen keklikten oldun, fakat benim kellem gidiyor! Allah rızası için söyle, uğursuzluk hangimizde daha fazla?” Bu sözler üzerine başbakanın aklı başına gelmiş ve adam kelleyi kurtarmış! Kıssadan hisse!