Paylaş
Hayır, yani aslında olaya biraz geçmişten bakınca hep hayalini kurduğun yaştasın. Artık çaydanlıkta su ısıtıp, saçlarını yıkadığın öğrencilik günlerin geride kalmış. Annene babana gece dışarı çıkmak için yalan atmak zorunda değilsin. Kendi paranı kazanıyorsun. Beraber olduğun adamın, askerliğini, okulunu, anasının rızasını beklemek zorunda değilsin. Şu sınav bi geçsin, yok bi finaller bitsin, ay KPSS bi tutsun diye diye zaten gençliği anlamadan Allahhh kaydırmışım diye bir üzülüyorsun. Genç miyim olgun muyum onu bile kendi içinde çözemiyorsun.
Aslında hayatının en güzel yaş aralığı bu olması gerekirken, sürekli sinirli, devamlı bi’şeylere yetişmeye çalışan, aklını kariyerle bozmuş, hep meşgul ve insan sevmeyen biri haline geliyorsun. Niye yani, hep istediğin bu değil miydi?
Bi de “Niye” diye soruyorum utanmadan, niyesi mi kalmış bu işin. Patır patır herkes evleniyor ve devamlı, “Geç kalıyorsun” sinyali sana çakılıyor. İlk başta kıskançlıktan “Benim o yumurta kafadan neyim eksik” diye burnundan soluyorsun. Sonra asıl istediğinin bu olmadığını fark ediyorsun. Sen fark ediyorsun da etrafındakiler sana nedense bu aydınlanmayı hiç yakıştıramıyorlar. “En güzel zamanlarım” diyorsun. Önce kendimi tanımam gerek ki başkasına anlatabileyim derdimi. Kısa sürüyor tabii bu düşünce. Bir korku geliyor soldan soldan, herkes çift ben tekim. Hep tekim, lan ben niye tekim! Radarları bi açıyorsun, zaten iyiler kapılmış artık o korkuyla kim gelirse sıkı sıkı sarılıyorsun...
Ya da çok yoruluyorsun artık. İstediğin gibi sevilmemek koyuyor. “Beni sev, benimle ilgilen, bak ben buradayım” diye diye soğuyorsun, korkuyorsun. Sosyal hayat denilen şeyse sadece çiftler ve çiftini bulmak isteyenler için yapıldığından iyice kendini çekiyorsun, iyice içine gömülüyorsun. Ya da var gücünle dağıtıyorsun. Eskiden ortamın en küçük yaşta olanı senken, etrafında mantar gibi türemiş taze kanları görünce ne yapacağını bilemiyorsun.
Çok mu erken?
Biriyle berabersen, bu kez evlilik korkutuyor. İşin kötüsü bunu da kimseye anlatamıyorsun. Sevgilinle sorunun olunca günlerce ağla zırla, milletin beynine tecavüz et. İş müstakbel koca olunca, içine ata ata kuru... “Lan daha çok mu erken, işe güce verseydim kendimi valla terfi etmiştim. Şimdi bu çocuk ister. ‘Geline bak, utanmasa damadın üstüne limon sıkıp yiyecek’ diye dalga geçecekler. Ben nasıl o gelinliğe girerim ya. Dua edelim de çocuk olursa sesi mesi güzel olsun, biz bu maaşla hayatta geçinemeyiz.”
“Dünyayı sırt çantamızla dolanalım” türünden hayallerin bile her şey dahil otel sistemine dönüyor. Gökova’da şezlongda uyuduğun günleri, Çeşme’de ucuz pansiyonlarda tek odada 10 kişi kaldığın günleri unutup. “Oda servisini yollar mısınız, bu havluyla başkası ellerini silmiş!”
Hep üzerine yakışmayan bi konfor arayışı, hep o popoyu en güzel yere koyma arzusu.
Peynirli makarnayı ekmek arası yediğin günler tabii tarih oldu. “Nasıl oldu anlamadım kilo vermişim” diye burun kıvırmalar da bitti. Nasıl olduğunu anlamadan ver bakalım o kiloyu, nasıl veriyorsun. “Sol kolum 4 kilo olsa, onu kessem... Hımmm tamam ya 55 kilo oluyorum, süper, işte bu, işte bu!!!” Sağlıklı beslenme diye kafayı yiyorsun. Kavrulmamış badem gibi bakıyor gözlerin. “Yeni trend bu, sopayla seni döve döve zayıflatıyorlarmış” deseler, sopanın kalorisini soracak kadar kafayı yemiş oluyorsun.
Bitsin bu işkence
30 yaşına da o kadar anlam yükledim ki büyük ihtimal çok büyük hayal kırıklığına uğrayacağım. Sanki otuz olur olmaz, hoop bir olgunluk. Al sana bi de iyisinden koca! Hayatın şifresini çözme, bunu istiyorum, bunu istemiyorum diye net kararlar alma durumuna girecekmişiz gibi geliyor. En korktuğum yaşı deli gibi arzuluyorum. Off hadi artık otuz olalım da bitsin şu işkence!
Paylaş