Paylaş
Herkesin aklındaki soru: Neden hep ilişkilerini yazıyorsun? Ve yazarken ne kadar samimisin?
-Valla yeterince samimiyim ama anlatmadığım şeyler de vardır elbet. Onlar da bana özel kalsın istedim. Durup dururken reklamını yapmanın gereği yok diye düşünüyorum.
Bu kitap yazma olayına ilk nasıl başladın?
-Zaten çocukluğumdan beri günlük tutuyordum. 2007’de bu günlükleri artık internette ‘Pucca’ mahlasıyla, blog’da yazmaya başladım. 2010 yılında bir yayınevinden teklif geldi, ‘Küçük Aptalın Büyük Dünyası’ çıktı bu sayede. Sonrası da çorap söküğü gibi işte. Hepsi çok satanlar listesine girdi ama hepsi çıkmadan önce ‘bu kez kesinlikle kimse beğenmeyecek, artık kimse beni sevmeyecek!’ diye gecelerce uykusuz kalıyorum korkudan.
Eski kitaplarını okumamı yasaklamıştın-O yüzden bilmiyorum ama...
-Başta zaten anlaşmamızı yapmıştık, sen benim eski kitaplarımı okumayacaktın; ben senin eski ilişkilerini kurcalamayacaktım. O yüzden bu konuyu açmayalım bence.
Son kitabında bizim nasıl evlilik sürecine girdiğimizi yazdın. Anlatmadığın hikâyeler oldu mu hiç?
-Yaa o değil de yazmayı unuttuğum hikâyeler var. Zaten onları da sen aldın senaryosunu yazdın.
İnsanlarla ilişki içindeyken mi yazmak daha kolay; yoksa ilişkin bitince mi? Arkadaşların, ailen, işin hepsi içinde bu sorunun...
-Sanırım, bitince daha kolay yazıyorum. “Bir daha nasılsa barışmayız” kafasına girip, ver Allah ver, sağdan soldan saydırabiliyorum.
Dilin, kalemin değişti mi yazdıkça?
-Ee tabii, 10 senedir günlüğümü yazıyorum, istesem de istemesem de bu 10 senede büyüdüm, değiştim, hayata bakışım farklılaştı. İlk kitapta mesela 20 yaşındaydım, her sayfada 25 küfür falan etmişim, daha saldırgan, daha sinirliymişim, okudukça neymiş derdim diyorum. Dünya üzerinde kim, 10 sene önceki halinde kalır ki?
Peki madem öyle okurların yıllar içinde değişti mi?
-Değişmedi ama hepsi büyüdü. Mesela, ilk imza gününde liseli olan kızlar; son imza gününde elinde bebekleriyle geliyor. Onlar da benimle beraber büyüdü.
Seni hiç tanımayan bir insan altıncı kitabından başlasa bir şey anlar mı?
-Aslında kitapların birbirinden bağımsız hikâyeleri var, genelde zaten hep sonuncuyu alıyorlar. Beğenirlerse, bu kızın önceki hayatı nasılmış diye başa dönüyorlar.
Hamileliği de yazacak mısın?
-Sadece hamilelik olsa iyi, ohooo ölüm döşeğine kadar yazmayı düşünüyorum. Büyük ihtimalle sen benden önce öleceksin. Bizim çocuklar beni kesin huzurevine verir, orada kendi kitaplarımı okur okur, ‘ne yaşamışım be!’ derim.
O nerden çıktı şimdi? Zehirleyecek misin ne yapacaksın bana?
-Hamilelik sürecinde sağlıklı beslenmeye başladım, ee bunun emzirmesi falan var. Sen maşallah ama hâlâ işlenmiş gıdalar, alkol falan ohoooo. Öldüğün zaman evde fotoğrafını asacağım yeri bile hazırladım. Hatta bazı geceler sen horul horul uyurken, “Benden önce öleceksin” diye ağlıyorum bile.
Hamileyken neden bana kan kusturuyorsun? Ben sana ne yaptım ya?
-Aşk ol ya, ne kan kusturması. Alt tarafı biraz dengesiz davranıyorum.
Durup durup beni evden kovup, üç saniye sonra ‘Bravooo, karılara kızlara git bakalım’ diyorsun. Daha anlatayım mı?
-Sen soru soran tarafsın, anlatıcı benim, bi dur bakalım. Ya sanırım, bütün bu hamilelik ve çocuk olayının kadının üzerine olduğu halde, ‘babalık’ kısmını büyütmenize sinir oluyorum. Yani bütün hayatı değişen benim, kendimden; bedenimden, hayatımdan fedakarlık yapan benim. Oturduğu yerden babalık diye çocuk sahibi olmanın en ballı kısmını geçiren sensin. Ohh babası onu maçlara götürecek, babası onu gezdirecek, babasıyla çapkınlığa gidecek...
Benimle evlenmekten hiç pişman oldun mu?
-Hiç olmadım, hatta iyi ki sevgililik kısmını çok kısa tutmuşuz diyorum. Seninle evli olmak çok eğlenceli çünkü. Komiksin bir kere, her bilgiye açsın, sürekli öğrenmek istiyorsun. Yeniliklere hep açıksın. Çok iyi bir yol arkadaşısın. İyi bir eşsin. Bazen çıldırtmıyor musun, öfff diyorum. İllallah dedirtiyorsun ama artıların eksilerinden bayağı fazla.
Paylaş