Paylaş
Çağla Şikel’in programında yaptığı çıkışı izlemeyen kalmamıştır tahmin ediyorum. “Bu benim hayatım” diye altını çizip, “Anneyim ben anne” diye atarlanmasıyla son bulan. Ya o, ‘anne’ kozunu kullanmasaydı dedim izlediğim zaman. Yani sen de mi? Bütün magazin haberlerinden en mantıklı bir şekilde kendini aklayan, susmayı en güzel başaran insansın neticede. Ne gereği var, “Anneyim bana dokunmayın” demeye. Çok sıkıcı olmaya başladı, her başı sıkışanın bunun arkasına sığınması. “Eeeah bizimli diyilsin Çağla” diye videoyu kapatıyordum ki altında yazan yorumlara gözüm takıldı. Allah’ım o ne! Kadın sanki boşanma kararı almamış, ülkeyi satma kararı vermiş gibi nasıl saldırmışlar. Bütün zayıf noktalarından tek tek vurmayı başarmışlar üstelik. Alt tarafı boşandı yahu!
Boşanmanın büyütülmesine anlam veremiyorum. İki insanın bir süre sonra aşkları bitebilir. Bu, dünyanın en normal şeyi. Babamın söylediği bir söz var: “Ben yeri geliyor kendi annemle babama bile tahammül edemiyorum. Sırf kalbimi biraz çarpıttı diye sonsuza kadar bir insanla anlaşmam mantıksız değil mi?” Üstelik neden bütün acıyı kadın çekiyor? Çocuğu düşünmek zorunda olan kadın, çevreyi düşünmek zorunda olan kadın, geleceği düşünmek zorunda olan kadın.
Yorumları okuyorum, sanki her gün kadının yanındaymış gibi, anneliğinden tut, yaptığı mesleğe kadar her şeyine saldırmışlar. Öyle bir saldırma ama nasıl öfke dolu.
Sosyal medya hayatımıza girmeden önce ünlülerin bu haberlerinin pek bir önemi yoktu. Onlar da çok sallamıyordu, açıklama yapma ihtiyacı bile duymuyorlardı. Çünkü haklarında ne düşünüldüğünü insanlar bilmiyordu. Haklarında ne düşünüldüğünü bu kadar açık net görebildikleri bir platform olunca hepsi sudan çıkmış balığa döndü. Kimisi işte, “Ben de sizden biriyim hebele hübele” diyerek, Twitter’da yazdı da yazdı. Kimisi dayanamadı, okumuyorum diyerek gözünü kulağını kapadı. Kimisi Mevlana sözlerine adadı benliğini. Başta iyi bir şeymiş gibi dursa da artık iş çığırından çıkmaya başladı. “O orada duruyorsa, ben onu sonuna kadar harcama hakkına sahibim” algısı oluştu millette. Yıllarca sen misin o şaşaalı hayatını gözüme sokan? İlk takılıp düştüğünde ben seni ezeceğim diye and vermiş gibi saldırıldı üstlerine. Bir boşanma haberinde bile ilk aklımıza gelenin bu kadar korkunç düşünceler olması.
Kadın olmak hiç kolay değil
Ben de boşanmış bir ailenin çocuğuyum. Bizim durum her ne kadar farklı olsa da aslında bu ‘anneyim ben anne!’ isyanını en çok benim anlamam gerekir. Çocukken annemin nasıl harcandığını, konu komşu tarafından küçük görüldüğünü ve bu durumun acısını en çok bizim çektiğimizi çok iyi biliyorum. O utancı yaşamanın ve hayatının sonuna kadar onunla kalmanın ne demek olduğunu. Çocukların acımasızlığını, büyüklerin densiz laflarını, dedikodu için seni harcayan kadınların varlığını...
Yıllar sonra annemle barışmıştım. Barışma da değil aslında ama görüşmeye başladık. Şimdi şimdi onu affetmeye uğraşırken, onu anlamaya çalışırken o günlerde yaşadıklarım aklıma geliyor. Annem, korkup kaçmayı tercih etmiş diyorum. En basit yolu bulmuş. Sorumluluk almak yerine yükü omuzlarımıza atıp gitmiş.
“Anne olmadan anlayamazsın” diye bir söz var ya. Ne zaman biri söylese, gözlerimi devirip, ‘yine mi’ dediğim söz. Korkarım o söz doğru. Gerçekten anlayamıyorsun. Toplum sana kadınlığından önce, anne sıfatını yapıştırıyor. Bütün değerlerinin önüne geçmeli bu titrin diyor. O yüzden de karar alırken, kendini 1 düşünüyorsan, çocuklarını 10 düşünmelisin oluyor. Ve kendini korumak yerine onları korumayı seçiyorsun. Babayı düşünen yok tabii, onun en doğal hakkı çünkü. O konuşmak zorunda değil, o üstüne on beden büyük gelen ceketi çıkartıp attı mı kenara oluyor bitiyor. Gerisini anne düşünmeli. Kadın olmak zaten çok zor, anne olmayı düşünemiyorum bile.
Bundan sonra artık, ‘anneyim ben’ atarlarına burun kıvırmamaya karar verdim. Sonuna kadar haklılar çünkü.
Paylaş