Volkan, havalar ve TV’ler beni çok rahatsız ediyor!
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Amerikan gazetelerine göre, emekli bir meteorolog kitap yazıp fırtına uyarılarının ülkesinde nasıl hayat kurtardığını anlatmış. Ben de volkan külleri yüzünden rahatsız edildiğim bir günde, emekli olunca ne yaparım diye, düşünmeye başladım. Ve bir karar verdim gibi...
Bu günler havalar benim gibi meteoroloji mühendisleri için çok sıkıcı! Birbirine benzeyen açık veya az bulutlu günler bir birini takip edip duruyor. Bu sıralar “Yarın hava nasıl olacak” diye soranlara; hiç düşünmeden “bu günkü gibi” diye cevap verseniz hava tahmininizdeki başarınız yüzde 90’dan aşağı inmez. Tek rahatımı bozan tek düzelik değil. Bir de “Eyvahkülbastı” adını verdiğim İzlanda’daki volkan var. Bir pazar sabahı geç kalkıp kahvaltı ve öğle yemeğini bir arada halletmeye çalışırken zır zır bir telefon. Volkanik küller İspanya ve İtalyan’nın kuzeyine gelmiş. Meteoroloji de güneybatı Marmara’yı etkiler ama sayılmazmış filan gibi açıklama yapmış. Bana ne kardeşim küllerden de, meteorolojinin açıklamasından da. Bir pazar günü evde tembellik yapmak üzere niyet etmişim. Bugün saç sakal birbirine özgürce karışmış duracak, belki de (hanım izin verirse tabi!) balkonda da çekirdek çitleteceğim!..
BİZİMKİ GÖNÜLLÜ KAMU HİZMETİ
Tatlı dilli bir TV muhabirini kıramayacak kadar uyanık değilseniz işiniz zor. Hadi bakalım pazartesi sendromunu pazar gününden yaşa. Tıraş ol, adam gibi giyin ve bilgisayarı açıp külün nerelerde dolandığını filan öğren. Bu da yetmez; biraz da kahinlik yapmam gerekecek. “Mikdat Bey bu küller önümüzdeki hafta ortasında Ankaraya da ulaşır mı?” Şimdi bilmiyorum desem cümle aleme rezil olacağız! Bu memlekette “bilmiyorum demek ayıp!” Bizim memlekette herkes her şeyi bilir ya, hemi de bir profesörsen geleceği de bilmelisin. Bu durumda en iyi yol, “volkanoklar, volkanın ne zaman, ne miktarda ve ne yüksekliğe kadar kül püskürteceğini bilemediği için bir şey söylememiz zor” filan deyip topu karşı tarafa atmak olur. Havayla ilgili röportajlar nedense hep dışarıda yapılmak istenir. Sanki iç ortamlarda hava yok! Fakat İstanbul’un taşı toprağı altın sözünü doğrular gibi park ve bahçelerde parasız çekim yapamazsınız. Şöyle ayak üstü bir kameraya iki kelime etmek için park sahibine (yani onu işletene) ödeme yapman gerekiyor. Bu durumda “Sanki parkını yedik” diye tartışmalar olmuyor değil. Bunu bildikleri için kül nedeniyle evime kadar gelen muhabir ve kamereman hemen evin önündeki ağacın dibinde röportajı yapalım demez mi! Yahu, git kardeşim, komşuya rezil olacağız. Sırf bu yüzden ağacı keseceğim!
BENDEN BORÇ İSTEMEYİN LÜTFEN
Para demişken! Konu komşu, hısım akraba benim gibi TV’de her konuşan akademisyenin yüklü telif aldığını sanıyor. Oysa biz gönüllü kamu hizmeti yapıyoruz! Geçenlerde evi boyayan ustayla eşim ay sonunda ödeme konusunda anlaşmıştı. Usta beni TV’de ahkam keserken görmüş. O gün “paranın bir kısmını şimdi ödeseniz” diye tutturmuş! İşin özeti TV’lerde şarkı söylemek, ağlamak, göbek atmak, ücretli ama bilimsel konuşma tamamen bedavadır! Yani bu ülkede henüz bilginin kıymeti, telif ücreti filan yok. Bu durumda beni her TV’de gördükten sonra aklınıza borç istemek dahi olsa para gelmesin! Ben şimdi işin parasında filan değilim ama bazen TV’lerde harcadığım zamana ve söyleyemediklerime çok acıyorum. TV stüdyosuna gidip gelene kadar birkaç saatiniz yolda geçiyor. Stüdyoda da epey bekledikten sonra yayındaki iki dakikada, bazen cevap bile vermek istemeyeceğiniz türden sorularlar muhattap oluyorsunuz. Ayrıca lafı ağzınıza tıkıyorlar, cümleniz yarım kalabiliyor. Bu durumda röportaj taleplerine olumlu cevap vermezseniz onlara göre aksi, şımarık bir adam olup çıkıyorsunuz! Şimdi emekli olunca bir TV’de hava durumu ya da havadan-sudan adlı bir program sunmayı düşünüyorum. Ücret öderlerse tabii; yoksa balkonda çekirdek çitlemek gibi başka bir hayalim daha var...