Paylaş
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın birlikte yürüttüğü İkinci Ulusal Bildirim hazırlık faaliyetlerini desteklemek için yazdığım “Türkiye’de İklim Risk Yönetimi” adlı rapor geçen hafta Ankara’da tanıtıldı. Türkiye’de 12 afetin iklim değişikliğiyle birlikte nasıl değiştiği ve dünyanın kabul ettiği en son çözüm yönteminin ne olduğu ilk defa gözlemlere ve somut önerilere dayalı olarak ortaya konuldu.
RİSK SIRALAMASINDA TÜRKİYE ÜÇÜNCÜ
Bilindiği gibi Türkiye’de iklim değişikliğine bağlı olarak meydana gelen sel hasarlarının neden olduğu maddi kayıplar, depreme yaklaştı. Sadece yıldırımların yol açtığı can kaybı ise son iki yılda yüzlerce kişiye ulaştı. Dolu hasarı ise tarım sigortası ödemelerinde birinci sıraya yerleşti...
Böylece, sosyo-ekonomik yapısı kadar, ekolojik yapısı da çok hassas ve kırılgan olan Türkiye, içinde bulunduğumuz yüzyılın sonlarına doğru Avrupa ve Orta Asya Bölgesi’nde aşırı hava olaylarına en çok maruz kalacak ülkeler listesinde üçüncü sırada gösteriliyor. İklim değişikliği senaryolarına göre ortalama hava sıcaklığında görülebilecek 1-2 derecelik artış, aşırı hava sıcaklıkları ve şiddetli yağışlarda bir kaç kat artış anlamına geliyor. Türkiye de son zamanlarda hızla artan hidro-meteorolojik afetlere ait bir çok somut örnek bulunuyor.
ÇÖLLEŞME VE SELLER EL ELE
İklim değişikliği nedeniyle Türkiye’de çöle benzer bir iklim hâkim olmaya başladı. Bunun en önemli nedenlerinden biri, Sahra Çölü gibi bölgelerdeki yüksek basınç kuşağının kuzeye Türkiye’ye doğru kayması. Değişen iklimle birlikte yaşadığımız düzensiz, ani ve şiddetli yağışlar ve seller; heyelanları, erozyonu ve çölleşmeyi artırıyor. Kuraklıkla birlikte kıtlık, orman yangınları, sıcak hava dalgaları, çekirge istilası, kene, sivrisinek gibi haşereler ve bunlara bağlı olarak yaşanan uzun mesafeli göçler artıyor. Artan rüzgar fırtınaları ise şiddetli yağmur, dolu, hortum, yıldırım, ani sel, şehir selleri gibi afetlerin daha sık ve daha uzun süreli etkili olmasına neden oluyor.
Farkındaysanız bugünler şehirlerimizde yaşanan sel felaketlerine daha birinin bıraktığı izler temizlenemeden her gün yeni bir sel felaketi ekleniyor. Bu nedenle, Türkiye’de de afet risk yönetimi stratejisiyle birlikte iklim değişimine uyum, artık tüm politika, plan ve programlarda “iklim risk yönetimi” adı altında bütünleşik bir şekilde düşünülerek ele alınmalıdır.
BİRLİKTE ÇÖZÜM ARANMALI
Ayrıca giderek acayipleşen hava olaylarının çözümü ile depremle mücadele arasında da çok yakın ilişki var. Örneğin afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi sırasında sel yatağındaki çürük bir bina yıkılıp depreme dirençli bir şekilde yapılırken aynı zamanda selden korunabilecek şekilde de önlemlerin alınması iklim değişikliğine de uyum için de çok doğru bir adım olur. Deprem için yıkılan bina yapılırken “sıfır karbon ev” ilkesine göre inşa edilirse Türkiye’nin sera gazı emisyonlarını azaltma konusunda da büyük bir adım atılmış olur. Diğer bir deyişle, eğer olaya “iklim risk yönetimi” üzerinden bir bütün olarak bakılabilirse bir konuda yapılan yatırım küçük ilavelerle diğer konularda da ülkemizde çok büyük faydalar sağlayabilir.
Özetle, kıt kaynaklarıyla kalkınmakta olan ülkemizde “İklim Risk Yönetimi”,
-İklim uyum ve afet risk yönetimi çalışmalarına bütünleşik bakabilmemiz
-Halkın güvenliği ve refahı için yaptığımız çalışmalardan daha yüksek katma değerler üretebilmemiz
-Kaynaklarımızı, enerji ve zamanımızı daha etkin bir şekilde kalkınma için kullanabilmemiz
-Benimsediğimiz uluslararası belgelerdeki hedeflere daha kolay ulaşabilmemiz
-Uluslararası finans kaynaklarından daha etkin bir şekilde yararlanabilmemiz için yararlı ve gereklidir.
Sonuç olarak iklime uyum ve afet risk yönetimine artık herkes sadece kendi kurumu ve uzmanlığından bakmaktan vazgeçip “iklim risk yönetimi” üzerinden bütünleşik olarak bakmak zorunda.
Paylaş