Volkan Konak’ın yukarıdaki satırlarda çok güzel bir şekilde ifade ettiği gibi, dışarıdaki Karadenizliler o güzel yörelerini, ülkesini çok seven, zeki ve çalışkan insanlarını her zaman düşünüp özler. 1986 yılında Çernobil Nükleer Santralı’ndaki patlamanın 19. yıldönümünde ise yine üzgün ve kırgınız. Artık devletin Çernobil sendromu filan demeden gerekli bilgiyi vermesini ve giderek artan kanser vakaları için bir an önce harekete geçmesini istiyoruz.
Geçenlerde CNN Türk’te Trabzon Dernekler Birliği’nin Genel Başkanı Tahsin Usta, ‘Yarın İstanbul Ticaret Odası’nda Çernobil’in Etkileri ve Hasta Hakları paneli var’ deyince soluğu çoğu yüreği acılı olan hemşerilerimin yanında aldım. Ben de iki sene önce babasını ve bir kuzenini kanserden kaybeden biriyim, yani ‘duvara çarpanları’ çok yakından tanıyorum...
Önce paneli düzenleyen Trabzon Dernekler Birliği’nin Genel Başkanı Tahsin Usta ve yardımcısı Hüseyin Ayaz, sonra da gazeteci ve kanser hastası Sibel Kalaycı, Kanser Hastaları ve Yakınları Dayanışma Derneği (www.kanserder.com) Başkanı Sibel Suiçmez, Trabzon Lösemili Çocuklara Yardım Derneği Başkanı Murat Onur, Sanatçı İbrahim Can, sanatçı ve kanser hastası Kazım Koyuncu, yaptıkları konuşmalarda Karadeniz’deki kanser artışlarının devam ettiğini, halkımız ve yetkili kurumlar yeterli bilgi ve imkana sahip olmadığından hastaların gerektiği gibi tedavi edilemediğini örnekleriyle anlattılar.
Ben hemşerilerimi, hemşerilerim de beni pek tanımazsa da insanı ve doğasıyla Karadenizli olmakla fazlaca övünürüm. Üniversitede ders verirken ne zaman tahtaya bir Türkiye haritası çizsem Trabzon’un yerini mutlaka işaretlerim. (Sınav kağıdına ‘Şampiyon Trabzonspor’ yazanlara tabii ki fazladan not vermiyorum!) Bu nedenle kanser ve Karadeniz kelimelerini birlikte kullanırken hep yanlış bir şey yapıyormuşum gibi sıkıntı gelir bana.
Olanlar olmuş; Çernobil Nükleer Enerji Reaktörü’nün 4. ünitesi 26 Nisan 1986’nın ilk saatlerinde patlamış ve atmosfere yayılan radyoaktif parçacıklar, yer seviyesindeki basınç merkezleri tarafından komşu ülkelere yayılmıştı. Kazadan bir hafta sonra, radyoaktif gazlar hava parselleriyle doğuya hareket eden bir alçak basınç merkezi tarafından Türkiye’ye doğru taşınmıştı. Böylece nükleer radyasyonla kirlenmiş hava parselleri 3 Mayıs 1986 Cumartesi günü Batı Trakya’ya, 4 ve 5 Mayıs günü Batı Karadeniz’e, 6 Mayıs günü Çankırı üzerinden Sivas’a, 7-9 Mayıs tarihlerinde Trabzon-Hopa arasına ulaşmıştı...
Benim aklımı yıllardır kurcalayan soru şuydu: ‘Radyasyon bulutlarının her yeri etkilemesine rağmen neden Doğu Karadeniz’de daha fazla kanser vakası görülüyor?’ Meteorolojik yörünge modelleriyle Çernobil’den nükleer kirleticilerin 26 Nisan’dan 6 Mayıs 1986 arasında ülkemize hava parselleriyle taşındığı yolları ve havadaki yüksekliklerini inceleyince bunun belli başlı iki nedeninin olabileceğini gördüm: Birincisi, Çernobil Nükleer Enerji Reaktörü’nün üzerinde, yerden yaklaşık olarak 170 metre yukarıda bulunan bir radyoaktif hava parseli, yaklaşık 1500 metre yükseklikte Doğu Karadeniz dağlarına paralel bir yol takip edip Hazar Denizi’ne doğru yol almış. Bilindiği gibi Doğu Karadeniz dağları Türkiye’nin en yüksek dördüncü zirvesi olan Kaçkar Dağları (3932 m) da dahil olmak üzere, üç bin metrenin üzerinde pek çok zirve içerir. İkincisi, bu dağ silsilesinin genelinde yıllık yağış miktarı oldukça yüksek olup 2500 mm’ye kadar çıkıyor.
Özetle radyoaktif bulutlar, başka bölgelerde alçak yerlerin üzerinden ve bir noktadan kolayca geçip gidebilirken; dağlara göbeğinden temas ederek Doğu Karadeniz’i boydan boya geçerken insanlar başka hiçbir yerde olmadığı kadar çok radyoaktif bulutlar tarafından direkt olarak ışınlanmış olabilir. Ayrıca Doğu Karadeniz dağları yine ülkemizin başka hiçbir yerinde görülmediği kadar yüksek miktarda radyasyonlu yağış alabilir.
RADYASYONLU YAĞIŞLAR
Aradan 19 yıl geçdikten sonra artık doğa kendini büyük ölçüde yenileyip temizlemiş, yani bugünkü gelişmiş teknoloji ve laboratuvar imkanlarıyla Trakya ve Karadeniz’de yapılan ölçümlere göre bölgede radyasyon yok. Fakat radyasyonun kanser gibi geç dönem etkileri şimdi insanlarda ve (Volkan Konak’ın güvercinleri gibi) hayvanlarda net bir şekilde görülebiliyor. İşte bu noktada ‘kanser hastaları için belge ve bilgi yok; Karadeniz’deki kanser vakalarının Çernobil ile hiçbir ilgisi yok’ denilmesi, Karadeniz’in zeki ve çalışkan insanlarını çileden çıkarıyor. Artık kimse zekamıza hakaret etmesin lütfen...
Devletten iki şey talep ediliyor: İlki, bölgede üniversiteler denetiminde ücretsiz sağlık taraması yapılarak Karadeniz’deki kanser bilançosunun ortaya çıkartılması. İkincisi, bölgede yetersiz kalan tedavi merkezlerinin desteklenmesi, yeni tedavi merkezlerinin kurulması. (Şimdi tüm bölgeye hizmet eden KTÜ’de kemoterapi için sadece 8 yatak varmış ve 13 odada 76 lösemili çocuk tedavi edilebiliyormuş! Durum böyle olunca hastalar kendi ortamlarında tedavi edilemiyor ve yerel istatistikler de gerçeği yansıtmıyor.) Yani, sosyal bir devletin kendiliğinden çoktan yapmış olması gereken şeyleri istiyoruz...