Büyük şehirlerin susuzluğu düdüklü tencereyle çözülür mü
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Sonunda ilgili bakan ve belediye başkanlarımız kabul etmek zorunda kaldı: "Kuraklık var ve su tasarrufu yapmak gerekiyor."
Ne diyelim, günaydın! Kışın başından beri "Dikkat kuraklık var. Belki de yazın içeceğimiz suyla şimdi otomobil, yol, meydan, halı, vb. yıkıyoruz. Yapmayın etmeyin," dedikse de dinletemedik. Sakalımız olmadığı için herhalde!
Neymiş efendim, yağışların yüzde 60’ını nisan ve mayıs aylarında alırmışız. Neymiş efendim 6 yılda bir hafif, 18 yılda bir de şiddetli kuraklık yaşarmışız. 27 yıldır meteoroloji bilimi ile uğraşan biri olarak, hayretle okuyorum. Türkiye’nin en yetkili kişilerine söylettirilen bu tür saçmalıklar yüzünden önlem almakta yine geciktik. Yazın içecek olduğumuz suyu yine bilim dışı tartışmaların arasında yanlış kullanıp yanlış yönettik. Geçmişten de ders alamadık gitti!..
BORU DÖŞEMEK ÇÖZÜM DEĞİL
Bu işi, düdüklü tencere ile ya da her yere boru döşeyerek çözemeyiz. Olayı bir bütün ve bilimsel olarak ele almalıyız. Su kıtlığının belli başlı nedenleri genel hatları ile şunlardır:
İklim: Türkiye, 36 ila 42 derece enlemlerindedir. Bu nedenle kışın kuzeyde yer alan alçak basınç merkezleri ve ona bağlı cephelerin güneye inmesi ile yağış alır(dı). Yazın ise güneyimizde yer alan yüksek basınç merkezlerinin etkisinde kalırdık. Böylece Akdeniz iklimine sahip bölgelerimizde "yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı" geçer(di). Bu yıl, kış "ılık ve kurak" geçti. Akdeniz iklimine sahip bölgelerimizde hava şartları normal olsaydı da bahar aylarında önemli bir yağış olmazdı. Aslında sadece yağışın miktarı değil, kar ya da yağmur şeklinde yağıp yağmadığı ve yıl içindeki sürekliliği daha önemlidir.
Kuraklık: Bu yıl yeterince cephesel yağış görülmeyince ve gerekli önlemler de zamanında alınmayınca meteorolojik kuraklık gelişerek sosyo-ekonomik kuraklığa dönüştü. Türkiye, teknik anlamda zaten "yarı kurak" bir ülke. Anadolu’da kuraklıklar nedeniyle birçok medeniyet yok oldu. Küresel iklim değişimi ile birlikte, ülkemizde dünya var olduğundan beri hüküm süren kuru dönemlerin sıklığı ve şiddeti de giderek artmaktadır.
NÜFUS YOĞUNLUĞUNA DİKKAT
Çölleşme: Kuraklık, ormansızlaşma ve aşırı otlama çölleşmenin belli başlı nedenleri. Kuraklıktan dolayı ölen bitkilerin kökleri ile tuttukları toprak ve kumlar rüzgár ile taşınır. Bu tür çölleşme Karapınar gibi bölgelerimizde artıkça büyük şehirlere olan göç de artıyor.
Su stresi: Büyük şehirlerdeki yüksek nüfus ve yoğun sanayi su talebini aşırı miktarda artırıyor. Örneğin, İstanbul ve İzmit gibi yerel su kaynaklarının taşıyamacağı kadar fazla nüfus ve sanayinin biriktiği şehirlerimizde yağışlar normal olsa da susuzluk yaşanır. Bu nedenle, Başbakanımızın önerdiği İstanbul’a vize, vb. gibi uygulamalar ile yeterli suyun olmadığı yerlerde suya olan talebin daha fazla artması kesinlikle önlenmelidir.
Çevre tahribatı: Oy avcılığı ve yap-satçıların rant hırsı ile su havzalarının yapılaşmaya açılmasına da bir son verilmeli. Avrupa’dan kovulan tekstil, çimento fabrikalarının sularımızı kirletmesine de göz yumulmamalı. Bu şekilde, su havzalarının amaç dışı kullanımı ve su kaynaklarının kirletilmesi ile ülkemizi kendi elimizle kuraklaştırıyoruz. Su havzalarımızı yok ederek, küresel iklim değişiminden dolayı azalan yağışlarımızdan su elde etme imkánlarımızı da yok ediyoruz...
Havayı, bir günah keçisi olarak görmekten vazgeçmeliyiz. Ülkemizde artık gelişmiş ülkelerde olduğu gibi "kuraklık risk yönetimi" uygulanmalı. Böylece, her yerel yönetim su yıllarının başı 1 Ekim’de yürürlüğe girmek üzere su bütçesini hazırlamalı, su kaynaklarını bir bütün olarak takip etmeli ve su tasarrufuna yönelik önlemlerini önceden belirleyip "kuraklık planı"nı gerektiğinde yürürlüğe koyabilmelidir. Özetle, kuraklık belediye başkanlarının ya da bakanların "yok" demeleri ile yok olmuyor, ama onların ihmalleri ile oluşabiliyor ve/veya şiddetlenebiliyor...