Okuyacağınız yazının bir girişi, gelişmesi, sonucu yoktur. Mesajı... Hem var hem yoktur.
Ana baba ve bir çocuk.
Çocuk bir yaşında var, yok. Annesinin kucağında.
Baba çocuğa komut veriyor...
"Öpücük yolla!"
Yolluyor çocuk.
"Göz kırp!"
Kırpıyor çocuk.
"Bıktım yap!"
Çocuk tişörtünün yakasını sallıyor.
Sonra baştan... "Öpücük yolla!", "Göz kırp!", "Bıktım yap!".
Sonra bir daha, bir daha, bir daha... Ne baba doyuyor ne çocuk itiraz ediyor.
Dayanamayıp çıkıyorum bulunduğumuz yerden.
*
Bir erkek, bir kadın.
Orta yaşlarda ikisi de.
Kahve içip sohbet ediyorlar.
Hareketlerinde bir tedirginlik, cümlelerinde resmiyet var. Yeni tanışmışlar belli ki.
Fakat nasıl her konuda anlaşıyorlar...
Memleketle ilgili mühim meseleler konuşuyorlar meselá... Hep aynı fikirdeler.
Aynı fikirde oldukça keyifle sandalyeye biraz daha yerleşiyorlar. Gözlerinde "öteki yarımı buldum" ifadesi.
Bir zaman sonra tekrar rastlayabilsem keşke onlara!
*
Üç kadın.
60-65 yaşlarında.
Üçünün de bacakları şiş. Ayakları da. Burnu az açık, arkası bantlı bej rengi ayakkabıları iki numara küçük duruyor.
Etekleri, bluzları, çantaları da birbirine benziyor.
Ortak bir ahbaplarını ziyaretten dönüyorlar.
Biz, orada bulunanlar, hiçbirini tanımıyoruz.
Ama artık o ziyaretinden dönülen kadın hakkında her şeyi biliyoruz.
Oğlunun ortağından ayrıldığını...
Geliniyle arasının limoni olduğunu...
Hangi semtte evini kaça satıp, şimdi oturduklarını kaça aldıklarını...
O gün, o üç kadına, neler ikram ettiğini...
*
Bir erkek, bir kadın
Kadın 40’lı yaşların başında, erkek sonunda gibi.
Balık yiyorlar.
Araları iyi.
Birbirlerinin ağzına çatalla bir şeyler uzatıyorlar. Aşkla olmasa da şefkatle.
Sakinler.
Az konuşuyorlar.
Sonra birden çok konuşmaya başlıyorlar.
Ama yine sakin.
Adam yerinden kalkıyor, sandalyesini özenle, yavaşça, masaya doğru iterek yerleştiriyor ve gidiyor. Sakin sakin.
Bir daha da gelmiyor.
Kadın önce şaşkın, etrafına bakıyor, "Ne dedim ben şimdi" der gibi.
Sonra adamın orayı terk etmesi dünyanın en normal durumuymuş gibi yemeğine devam ediyor.
Bense bir halden ötekine nasıl bu kadar çabuk geçtiklerini düşünüyorum.
Benimkisi merak
Nadir de olsa çok uzun yıllar komada kalıp uyanan hastalar oluyor. Okuyoruz, duyuyoruz.
Türkiye’de birinin başına gelseydi böyle bir şey...
Ya da "Uyuyan Prenses" gerçek, hem de Türk olsaydı.
Yıllar önce yattığı uykudan bu günlerde uyansaydı.
Uykuya daldığı günlerde fidan gibi delikanlı olan Bülent Ersoy’un evlendiğini öğrenecekti meselá.
İlk duyduğunda bunun normal olduğunu düşünecekti elbet. Hatta Ersoy’un bu iş için geç kalmış olduğunu.
Fakat "damat" değil de "gelin" olduğunu öğrenince...
Veya yıllardan beri "solcu" denince ilk akla gelen isimlerden olan, Cumhuriyet Gazetesi yazarı İlhan Selçuk’un, MHP’yi desteklediğini, hatta onlara oy vermekten çekinmeyeceğini söylediğini duyunca.
Ne düşünürdü acaba?
Bizler zaman içerisinde yavaş yavaş bu noktaya geldiğimizden bir şey düşünecek halde değiliz.
Yanlış anlamayın, ne Bülent Ersoy’a, ne İlhan Selçuk’a bir dediğim var. Kimseyi eleştirmiyor, kınamıyor, ayıplamıyorum. Özellikle İlhan Selçuk konusu beni aşar.
Benimkisi bir merak sadece.
Bizi alıştıra alıştıra gerçekleşen durumların, bu durumlarla birdenbire karşılaşanlar üzerinde ne gibi etki yapacağını merak ediyorum.
Gördükleri karşısında, yeniden, bu sefer ölmeye yatmayı mı ister yoksa "Uyurken aklım uçmuş benim, hatlar birbirine karışmış belli ki" diye mi düşünür...
Hayat çok monotonmuş gibi geliyor, "öf hep aynı şey!" falan diyoruz ama... Şu iki olay bile hayatın aslında ne sürprizlerle dolu olduğunu anlamamıza yetiyor. Sadece beş, on sene uyuyacaksınız.
MIŞ MUŞ
Kök hücreyle meme büyütülmüş.Bir zamanlar Neşe’nin kepek sorunu vardı, artık meme sorunu var.
İbrahim Tatlıses "Kadın bakanı olmak isterim" demiş. Kadından sorunlu Bakan.
Güneş Sistemi’nin sırrı eylülde çözülecekmiş.Bugüne kadar bildiklerimiz söylentiden ibaret miydi?