Bizim gazetenin ekonomi sayfasında Türkiye’nin jean ihracatında dünya liderliğine koştuğu haberini görünce ‘Hey gidi günler!’ dedim.
Bu lafı çok sık eder oldum zaten. Neye alamet olduğunu anlarsınız... Gerçi 30 yaşında artık yaşlandıklarına dair hüzünlü yazılar yazan arkadaşlarımız var. Aslında hak ettikleri iki tokattır ya... Yine de anlamıyor değilim onları. Fikrin ve hissin en oynak olduğu husustur bu yaş ve yaşlılık konusu. Birkaç sene sonra 30 yaş için tamamen farklı şeyler düşüneceklerdir.
Uzatmayayım, ‘Hey gidi günler’ diye andığım zamanlarda bırakın ihraç etmeyi, kendi kıçımıza giyecek jeanimiz yoktu. Hatta ne menem bir şey olduğundan bile habersizdik. Tam hatırlamıyorum, belki filmlerde falan görmüş olabiliriz.
Jean’le tanışmamız Türklerin Almanya’ya işçi olarak gittiği yıllara denk düşer. Ellerinde sapından tuttukları kasetçalar ve işte ayaklarında o mavi şeyle izne geldikleri günlere...
Fakat bu sadece bir tanışmaydı. Jean’in belden aşağımızın doğal derisi haline gelmesi ise daha sonraki yıllarda gerçekleşti.
O zaman nerede bulup da giyeceksiniz...
Zor.
Önce ‘Almanyalı tanıdık’ peşine düşeceksiniz...
Rica minnet bedeninizi yazdığınız káğıdı eline tutuşturacaksınız...
Sonra oturup bir sene geçmesini bekleyeceksiniz ki, adam yeniden izne gelsin...
Kader kader olalı belki de ilk ve son defa o günlerde Anadolu’nun yüzüne gülmüştü. Jean sayesinde. Almanya’ya göç büyük şehirlerden ziyade Anadolu’dan gerçekleştiğinden, ilk defa jean sahibi olmak Anadolu insanına nasip olmuştu.
Şimdi gençler inanmayacaklar Türkiye bir zamanlar jean’i olanlarla olmayanlar diye ikiye ayrılırdı.
Vallahi.
Olanlar olmayanları adam yerine koymazdı.
Belki de ilk bölünme tehlikesini o zaman yaşadık... Olabilir yani.
Sonra...
Sonrasını hatırlamıyorum.
Her şey birdenbire oldu. Yani neredeyse bebeklerin doğumhaneden zıbının altına jean giydirilmek suretiyle çıkartıldıkları bugünlere nasıl geldik hatırlamıyorum.
Hatırladığım yokluğuyla bolluğu.
İşte nihayet ihracat lideri olmak üzereymişiz.
Kibariye olsa şimdi bu yazıyı ‘Yaşasın Türkiye!’ diye bitirirdi.
Kolayı sıcak içiniz!
Üç kardeş olarak yıllardır sürdürdüğümüz çabalar tam meyve vermek üzereyken her şey sil baştan oldu.
Annem mağlup olmak üzereyken galip geldi. Bilim adamlarının büyüklerin öğütlerini doğruladıklarını okudu gazetede. Hani ‘Islak saçla yatmayın’ gibi şeyler...
Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz; bizim gibi sıradan insanların onayına razıyken bilim adamlarının onayı geldi aniden. Kendisi şu anda zafer sarhoşluğu içerisinde. Ve her sene yeni icatlarla uzayan meşhur listesini yeniden sürdü önümüze.
Hayır, uyulacak gibi olan var olmayan var...
‘Terli terli soğuk su içmeyin!’ mesela... Neredeyse terden ibaret olduğumuz şu günlerde idrar sıcaklığında su içeceğiz yani.
Ya kolaya ne demeli?.. Annem dünya deviyle inatlaşıyor adeta.
Ne yazıyor kolanın üzerinde?
‘Soğuk içiniz.’
Annem ne diyor?
‘Sıcak içiniz.’
Bilmiyorum buzdolabı görmemiş kolayı denediniz mi hiç... Aynı anadan olmadığımıza göre nereden bileceksiniz...
‘Dondurma eritilip sıvı haline getirildikten sonra tüketilecek!’
Şefin tavsiyesi!
Bütün bunlar faranjit olmamak için yapılıyor. Fakat maaile faranjit olduğumuzu söylesem...
Islak saçla yatmamayı anlayabiliyorum.
Ama annemde ‘ıslak saç’ ana başlığının altı, uzayıp giden tren yolları misali.
‘Islak saçla sokağa çıkma!’ tamam da ‘Islak saçla evin içinde yürüme! Yürüme hızının yarattığı rüzgár çarpabilir!’ de var mesela...
Ne diyeyim...
Son günlerde bilim adamlarına çok sataşmıştım, bana bir oyun edecekleri belliydi!
MIŞ-MUŞ
Japon bilim adamları robotların hissetmesini sağlayacakmış.İnsanların hissizleşmesi ise kendiliğinden oldu.
Korsan kitap ve CD satışında dünya rekoru kırmışız.Toplanıp toplanıp bakana çıkmalar bunaymış.
Japonya’da 7,2’lik depremde 60 kişi yaralanmış.Moralinizi bozmayın, biz onlardan daha iyi durumdayız! Bugün İstanbul’da deprem olsa o kadar yaralı çıkmaz. Herkes öleceğinden...