Paylaş
Annemin ‘‘Kızım otur da şu çarşaf dolaplarını yerleştir’’ ya da ‘‘Masa örtülerin kullanılmaya kullanılmaya sararmışlar, bunları ilaçlı suda bekletmek lazım’’ tavsiye ve talimatları olmasaydı, aklımın başına geleceği yoktu. Birdenbire, hemen tüm zamanımı, hayatıma ne zaman ve nasıl girdiğini hatırlamadığım bir dolu nesne ile uğraşarak geçirdiğimi farkettim. Belki de herbiri hayatımı kolaylaştırmak ya da keyifli hale getirmek için buradalar ama bir araya geldiklerinde bana düşman kesiliyorlar. Tüm zamanımı ve enerjimi istiyorlar benden... Ve ben veriyorum.
Zaman içinde gayet masumane duygularla, kiminin rengine, kiminin biçimine, kiminin desenine vurularak tek tek eve taşıdığım ya da özel bir günde bir dostumun gönlünden kopan, elime aldığımda içimi ısıtan bir sürü şey... Yani benim yarattığım bir sürü canavarlar...
Neler yok neler
İrili ufaklı biblolar... Kuş, kedi, köpek, fil, ayı... Şamdanlar... Uzun, kısa, tahta, gümüş,...
Hayatında bir kez olsun tek bir şekerle buluşmamış şekerlikler...
Çok şık oldukları için yakmaya kıyamadığım mumlar...
İçine ne koyacağıma karar veremediğim için senelerdir boş duran boy boy kutular...
Kül tablaları... Bazıları öyle büyük ki kömür sobasının külü için yapıldığını düşünüyorum.
Ve çanaklar... İçinde çakmak, ödenmiş elektrik faturası, kedi tasması, bozuk para, toka gibi yeri belli olmayan ya da yerine gidene kadar geçici olarak burada ikamet eden çeşitli nesneleri bir arada barındıran, yani zaman içinde kendi fonksiyonunu kendi yaratan, yayvan, derin, büyük, küçük çanaklar...
Ve bütün bunları üzerlerinde taşıyan sehpalar, masalar, dolaplar...
Hepsinin tozu alınacak, silinecek, yıkanacak, kurulanacak, kedilerin devirdikleri toplanıp yerlerine konacak.
Gelelim mutfağa...
Bardaklar... Yüzü aşkın... On beş tanesinin dışındakilere dudağım değmiş değil.
Tabaklar... Takım, takım, boy boy... Bana on tanesi yeter oysa.
Çatal, bıçak, kaşık... Yüzlerce... İkişer tanesi neyime yetmez.
Tepsiler... Daha börek açtığımı gören olmadı.
Tencereler... Onlarca... Dört tanesi hariç dibi ateş yüzü görmemiş...
Ve tavalar, cezveler...
Ve yumurtalıklar, dondurmalıklar...
Ve şişeler, kavanozlar...
Kullanılmasalar da belli aralarla yerlerinden alınıp yıkanacaklar, durdukları dolaplar temizlenecek, tekrar yerlerine yerleştirilecekler.
Ya çarşaflara, yastık kılıflarına, havlulara, bornozlara ne demeli? Dolaplarda bir öğrenci yurduna yetecek kadar stok var. Çoğunun vücudumla hiçbir tanışıklığı yok... Desenlerine göz aşinalığım da... Dolaplarda duruyorlar.
O dolaplar yer işgal ediyor...
O dolaplar tozlanıyor...
O dolapların içi bazen nedense alt üst oluyor, hepsini boşaltıp, tek tek katlayarak yeniden üst üste dizmek gerekiyor.
Onları, evden eve taşırken, sarıp sarmalayıp, taşımak gerekiyor...
Öylece durduklarına bakmayın!
Onlar hizmet istiyorlar.
Size bir şey söyleyeyim mi? Ben artık reenkarnasyona inanmaya başladım. Sanırım bundan önceki yaşatımda otel ve restoran işletmecisiydim. Yeniden dünyaya gelirken öyle herkes gibi sallana sallana gelmedim, yanımda bunları da getirdim. Bunca çarşaf, örtü, çanak, tabak, vs, başka türlü izah edilemez çünkü.
Bunlar nereden geldi?
Anlayacağınız benim ömrüm, silmek, yıkamak, parlatmak, taşımak, ütülemek, katlamak, yerleştirmekle geçiyor. Üstelik hizmette kusur etmediğim bütün bu nesnelerin benimle hiçbir ilişkisi yok; üç-beşinin dışında hepsi yedekte bekliyorlar. Bunlara bu kadar zaman ayırırken, kendimi öylesine araya sıkıştırıyorum. Hayatımda esas olan onlar. Onlar evin dört bir yanını sardılar, ben bir kenarda yalapşap yaşıyorum.
Şimdi ne yapacağımı biliyor musunuz? Kapıya bir kamyon dayayıp bütün evi boşaltacağım.
İki çarşaf, dört yastık kılıfı, ikişer tane çatal, kaşık, bıçak, iki kül tablası... Ve SIFIR BİBLO ile hayatımda yeni bir sayfa açacağım.
Artık asla vitrindeki küçük, şirin, ama ne idüğü belirsiz şeyler beni baştan çıkarmayacak.
Artık asla onları süslü torbalara koyup eve getirmeyeceğim.
Artık asla onlarca kaşığı boy sırasına dizemedim diye evin içinde suçlu suçlu gezmeyeceğim.
Artık asla 52 tane havluyu sığdırmaya çalışırken terlemeyeceğim.
Artık asla nesnelerin kulu kölesi olmayacağım.
Onlara harcayacağım zamanı vücudumu kremleyerek geçireceğim, hiç olmazsa uzun vadede bana faydası olur.
Küskünler birbirlerine küsmüşler
Can çıkar huy çıkmaz!
***
Kan tahliliyle ‘‘Aşk’’ tespiti yapılacakmış.
Her hafta yeni biriyle ‘‘büyük aşk’’ yaşayan magazin güzelleri bitap düşecekler; öyle ya, her hafta tahlil, her hafta tahlil; buna kan mı dayanır.
***
TIME yüzyılın dehalarını açıklamış.
Hiç heveslenmeyin, ben baktım, siz yoksunuz.
***
İngilizler uykusuzluk yüzünden aptallaşıyorlarmış.
İngilizlerinki belli oldu da bizimki hálá meçhul.
***
Trafik canavarı içimizdeymiş.
‘‘Geç oldu’’ falan demeyin! Bunu hiç idrak edememe ihtimaliniz çok yüksekti.
***
Baykal'ın gözü kararsız seçmendeymiş.
Önemli olan sizin değil, bizim gözümüzün kimde olduğu.
***
Asabı bozuklar artmış.
Ne münasebet be! Benim kafamı bozmayın, vurdum mu kan çıkartırım ha!
***
Radyo-TV yayıncılığında büyüme rekoru kırmışız.
Evet, tahmin ettiğiniz gibi, nitelik olarak değil, nicelik olarak.
***
Paylaş