Yalanınız ne renk?

Her akşam gün boyu söylediğimiz yalanların bir dökümünü yapmaya kalksak...

Bilmiyorum yazacak bir şey bulamayan biri çıkar mı? Kendimize de yalan söyleme adetimiz olmadığını farz ediyorum tabii.

Fakat sorulduğu zaman herkesin cevabı aynı:

"Hiç yalan söylemem, söyleyeni de sevmem!"

Bir aylık dergi ünlülere sormuş meselá...

Sonuç: Sürpriz yok.

Kimse yalanı sevmiyor!

Ama "Hiç yalan söylemem" demenin en büyük yalan olduğu herkesçe bilindiğinden bir-iki ufak yalandan bahsediliyor. Ayıp olmasın diye.

Ve hepsininki bir daha ömür boyunca tekrarlanması istenmeyen kötü birer anı adeta! Trafik kazası gibi bir nevi!

Zaten hepsi çocuklukta söylenmiş. Bakkaldan sakız çalıp "ben çalmadım" demek gibi. Ya da okulu kırıp sinemaya gitmek falan.

Yetişinlikte ise kimsenin siftahı yok çok şükür.

Daha doğrusu, var da onlar yalan sayılmaz!

Hepsi "pembe" çünkü.

İnsanoğlu her şeyi kategorize ederken yalanı atlayacak değildi elbet. Onu da "pembe", "beyaz" falan diye ayırmış.

Aslına bakacak olursanız hepsi bu kadar. "Siyah yalan" yok meselá. Kimse söylemediğinden zamanla yok oldu herhalde bu kategori!

Peki nedir pembe yalan?

Televizyon karşısına yayılmış maç seyrederken "toplantıda" dedirtmek meselá, pembe yalan oluyor.

"Vallahi seni hiç aldatmadım" da öyle.

Karşıdakini enayi yerine koymak az şey değil gerçi ama bu, yalanı en fazla birkaç ton koyulaştırıyor.

"Koyu pembe yalan."

Kadınların erkeklerden bile bile duymak istedikleri yalanlar var meselá bir de. Karşı taraf geçit verdiğinde "Yeşil yalan" olabilir bakın bunlar!

Aslında oturup yalanlarımıza uygun renk bulmak eğlenceli bir iş olabilir.

"Hiç yalan söylemem" misal...

"Patlıcan moru" uygun mudur sizce?

Benim esas fikrimi sorarsanız, "Yalan gereklidir" derim.

Hayatı kolaylaştırır.

Vallahi ciddiyim.

Tamamen vazgeçin isterseniz... Deneyin bir... Bakın nasıl sarpa sarıyor işler.

Diyeceğim bu kadar aşağılamayalım yalanı arkadaşlar!

En büyük kurtarıcımızdır o.

Olmazsa olmazımızdır.

Hem sonra doğru dürüst yalan söyleyebilmek herkesin harcı değildir. Zeká gerektirir. Yani ortada önü sonu iyi hesaplanmış, baba bir yalan varsa zeká da var demektir.

Vallahi hálá ciddiyim.

Yetti ama

Hadi yumurtanın önce zararlı sonra zararsız; bir zararlı bir zararsız olmasına bir şey demiyoruz.

Kahvenin de.

Veya "hayat iksiri" diye sarıldığımız bir sürü şeyin fos çıkmasına da.

Fakat bu çok ciddi.

Bize "Aman altı ayda bir mamogram çektirin" demediler mi bugüne kadar?

Dediler.

Biz de koşa koşa gittik.

Fakat göğüs kanserine genetik yatkınlığı olanlarda hastalığa yakalanma riskini yüzde 54 artırıyormuş mamogram.

İyi mi?

Az buz da değil, yüzde 54.

Ne olacak şimdi?

Ne olacağını kısmen biliyoruz aslında. Bu işten acayip para kazananlar ayaklanıp "Olur mu efendim hiç öyle şey?" diyecekler. Siz şu satırları okuduğunuzda çoktan yapmış olurlar belki de.

Ama bizim içimize kurt düştü bir kere.

Uzak duracağız.

Ama bir yandan da kontrol şart.

Sahi biz ne yapacağız?

Kime, neye güveneceğiz?

Hálá bir sürü şeyde kobay olma durumu devam ediyor insanoğlunun. Sonsuza kadar bu sürecek herhalde. Her "yeni" biraz da bu demek.

Hani ne derler... "Öldürmezse yaşatacak!"

MIŞ MUŞ

Şimdi "nerd" erkek (zeki, teknoloji aşığı, içe dönük, sadık) modaymış.Şimdi bu eldeki mevcutlar ne olacak? Hayır ayakkabı değil ki topuğunu değiştirip modaya uyduralım!

Atatürk Havalimanı’nda 24 Mayıs günü çıkan yangının sebebi kırılan "taklit parfüm" şişeleriymiş. Boşuna "taklitlerinden sakınınız" demiyorlar!

Banu Alkan "Sanata hizmet ediyorum" demiş. Doğru. Sanatın "ne olmadığını" anlıyoruz sayesinde.
Yazarın Tüm Yazıları