Yeni ayakkabılarını giymek için bayram sabahını yüreği ağzında bekleyen çocuklar gibi.
Birbirlerini aradılar mı acaba?
"Şekerim yarın erkenden gidiyoruz, ona göre!"
Belki de yalnız gitmeyi tercih etmişlerdir. Herkesten önce, en iyisini seçmek üzere.
Saçmalıyorum.
Domates mi bu? Sona çürükleri kalacak!
Hem her üründen birer tane olacak hali yok; herkese yetecek kadar olmasa da üçer beşer tane vardır herhalde.
Fakat üç beş tane de az değil. Ya pişti olurlarsa şimdi!
Neticede girip çıktıkları yerler aynı.
Aman, benim de düşündüğüm şeye bak!
Ayol karşımdakiler tepeden tırnağa tecrübe!
Efendim mesele sizin de bildiğiniz gibi şu:
Dünyaca ünlü giyim kuşam mağazası Harvey Nichols İstanbul’a geldi. Kanyon’a. Ve ilk dört günde, hatırlı müşterilerinin; duşlu, kuaför dükkánı donanımlı dev soyunma odalarında, lüks restoranlardan gelmiş yemekleri yerken elbise denedikleri mağazada, tam üç bin adet ürün satıldı.
"Şu Çılgın Türkler" diye bunlara demek lazım aslında.
Ya da "Görgüsüzler alışverişte!" diyeceğim ama o da değil. Her birinin bu ve buna benzer nice mağazayı kendi ülkelerinde defalarca talan etmişliği var.
Nedir o zaman bu hücumun sebebi?
Mağaza, bohçacı misali birkaç gün içerisinde toparlanıp gidecek mi acaba?
Bunu mu haber aldı bizimkiler?
Fakat gitse ne olacak, iğne deliğinde dükkán açsa gider bulurlar, eskiden yaptıkları gibi.
Ne bileyim, anlamadım.
Boş zamanınızda ağlayın
Halkımızın bir kısmının, duşlu, kuaför dükkánı donanımlı dev soyunma odalarında yiye içe, yata kalka, yıkana tarana elbise denediği esnada, Ankara’da birtakım adamlar balyozla bir otomobilin camını kırmaya çalışıyorlardı.
Bu otomobil, bu ülkenin başbakanının zırhlı makam otomobiliydi.
Ve içinde başbakan baygın yatmaktaydı.
Bu yazıyı burada kesiyorum.
Hadisenin üstüne söylenecek bir şey yok zira.
Sözün bittiği yer vardır hani, oradayız artık.
Yapabileceğimiz tek şey, her boş kaldığımızda bu memleket için ağlamaktır.
Fotoğrafsız tatil olmaz!
Fakat ağlarken, Konya Bakkallar ve Kuruyemişçiler Odası Başkanının hamamda, bir tazeye kese yaptırdığı sırada çektirmiş olduğu fotoğrafa bakmayın sakın!
Gülmeniz gelebilir.
Benim geldi.
Lök gibi yatmaktayken rehavetten kaymış gözleriyle, üstelik baş aşağı objektife bakması...
Kestim sakladım fotoğrafı.
Oda’nın paralarıyla tatile gitmiş Başkan.
Ben Oda’nın paralarından ziyade (Bu tür çürümüşlüklere alıştık artık) fotoğraf hadisesinin peşindeyim.
Genel olarak "her türlü eylem sırasında fotoğraf çektirme merakı"mıza takmış bulunuyorum.
Fakat belki de iyi bir şey bu merak. Yani hayırlara vesile oluyor.
Öyle ya, biri keselenirken, öteki "aile dostu"nu çaydan geçirirken fotoğraf çektirmeyi akıl etmeselerdi, yaptıkları yanlarına kalacaktı.
Fakat bir şeye dikkat ettim, bu iş illa ki tatilde oluyor. Yani birinin fotoğraf çektirmek suretiyle yakayı ele vermesi için önce tatile çıkması gerekiyor.
Aylarca kamuoyunu meşgul eden tecavüz olayını hatırlayın... Hani erkeğin tecavüz ederken bir yandan da fotoğraf çektiği ve neticede kendi kazdığı kuyuya düştüğü olayı... O da bir tatil beldesinde gerçekleşmişti.
En son bir genel müdürün "yasak aşkı"yla yakalandığı için görevinden istifa ettiği vardı gazetelerde. Yakalanma yine bir tatil beldesinde olmuş.
Buradan hareketle suçlu olduğundan şüphe duyulan kişiler bir şekilde tatile yönlendirilebilirler bakın!
Adam her ne halt karıştırıyorsa, bir bakmışsınız fotoğraflar elinizde!
Susuz deniz olur, fotoğrafsız tatil olmaz!
İsterse cinayet işleniyor olsun o anda, fark etmez!
MIŞ MUŞ
Evrim teorisine göre 3006’da erkekler daha büyük penise sahip olacaklarmış.Çözüldük-lerinde penislerini çağa uymuş olarak bulacaklarını bilseler kendini dondurtan çok olur.
Deniz Akkaya, Seray Sever için "Kaybedenler kulübünün üyesi"; Seray Sever Deniz Akkaya için "Onun beynine estetik yapılsa daha iyi olur" demiş.Kim demiş "aşık atışması" tarihe karıştı diye? Sazları eksik sadece.