Osmanlı döneminde adamın birinin habire kapısı çalınıyormuş.
"Yüce hünkárımız falanca yere sefere çıkıyor, oğlunuzu askere almaya geldik."
Birinci oğul, ikinci oğul, üçüncü oğul... Giden gelmiyormuş.
Osmanlı’da sefer çok biliyorsunuz, fakat adamda kala kala tek oğul kalmış. Yine bir gün kapısı çalınmış. Adam hışımla açmış kapıyı, "Bana bakın! demiş, "Söyleyin yüce hünkárınıza, benim ’şeyime’ güvenip oraya buraya sataşmasın!"
Artık benim de fıkradaki adam gibi bağırasım geliyor. Hele Başbakan, "Askerlik yan gelip yatılacak yer değildir" dedikten sonra...
Yan gelip yatılacak yer değildir elbet ama sağ salim dönüp gelinmesi neredeyse mucize olan bir yer de değildir herhalde.
Tamam, bu memlekette düğüne, maça yolladığınız çocuğunuzun bile bir kurşuna hedef olması riski vardır da bir günde yedi şehit biraz fazla olmuyor mu?
Bir durup bakmak gerekmiyor mu?
Kimse "Mücadele ediyoruz" demesin! "Daha dün bir bugün iki" olur da anlarım ama 25 sene oldu!
"Bir yerde hata mı yapıyoruz" demez mi insan?
Evlendiğiniz kadın üç defa üst üste pilavın demini tutturamazsa boşamaya kalkarsınız.
Şehitlik kolay elde edilen bir makam değilmiş!
Başbakanım, aynı ülkeden mi söz ediyoruz?
Bizim buralarda pek kolay oldu da... Neredeyse her gence nasip olacak!
Ben hükümet mensubu olsam vicdan azabından gitmiştim. Çoktan hem de. "Benim beceriksizliğimden ölüyor bu çocuklar" düşüncesini atamazdım kafamdan.
Fakat o koltuklara oturunca bir aymazlık geliyor demek insana.
Hayır bir de her vesileyle orduya laf etmezler mi...
Ayol ordu da olmasa ne yapacaktık?
25 senede hangi hükümet ne yaptı bu konuda?
Askerlik değil ama hükümet yan gelip yatma yeri belli ki.
Bırakın fındıkla çayın fiyatını da ordu versin, olsun bitsin!
MIŞ-MUŞ
Gülben Ergen, Hülya Avşar oynadı diye, bebek bezi reklamında oynamayı kabul etmemiş.
Kızcağız, Hülya Avşar’ın yaptığını yapmayı hiç sevmez!