Sanki o sokakların daha esaslı hikayeleri olurmuş gibi...Saçma, biliyorum ama...
Hele bir de bir ağaç varsa...Şöyle asırlık...
Yahut bir çeşme...Tarihi...
Düşünüyorum da, bir biz varız anılarımda. Ablam, ben, komşu çocuklar yani.
Evimizin önünde, caddenin kıyısında, oyunlarımız ve biz.
Dekor yok.
Bir yıkık duvar...
Bir boş arsa...
Yorulunca oturduğumuz basamaklar...
Hatırlamıyorum.
Bugüne kadar roman yazmaya soyunmadıysam bundan olabilir bakın!
Alay etmeyin, ciddi söylüyorum.
İnsanı yazmaya kışkırtan şeyler vardır.
Sokak adları işte mesela...
Yahut aklınızda yer etmiş bir fotoğraf, eskilerden kalma...
Bir bahçe...O bahçede bir salıncak...
Bir erik ağacı...
Bir çardak...
Bir tahta kapı...
Bir merdivenli yokuş...
A! merdivenli yokuş vardı bakın!
Evet, evet, Mithatpaşa Caddesi’ndeki evimizin tam karşısında merdivenli bir yokuş vardı. Hatay’a çıkan.
O yokuşun hemen başında oturan komşularımızın tahtadan, bana kocaman gelen bahçe kapısı da vardı. Üstündeki halkayı vururduk kapıya... Tak tak tak! Bahçeye inmeden, kapının mandalina bağladıkları ipini çeker açarlardı kapıyı.
Sonra bahçe...126 Sokaktakine kadar iki evimizin de bahçesi vardı.
Tamam, troleybüslerin geçtiği koca bir caddede oturuyorduk... Tamam da...
Her biri birer roman kahramanı olabilecek sokak satıcılarını nasıl unutabilirim mesela.
Mahallenin bakkalını...
Ayakkabı tamircisini...
Boş bir arsada olmasa da gecelere kadar süren sokak oyunlarını...
Nasıl unuturum...
Ah bir de "Bostan Aralığı" gibi bir ismi olsaydı oturduğumuz sokağın...