Bir gün telefonu çalıyor, karşısında tanımadığı bir erkek...
Erkek de onu tanımıyor. Rasgele bir numara çevirmiş.
Tanışmış oluyorlar.
İki ay telefonlaşıyorlar.
Erkek, evli ve çocuklu. Buna rağmen kıza "Kaç gel bana" diyor.
Kaçıyor kız... Atlıyor otobüse, doğru erkeğin yaşadığı şehre...
Sonra... Sonrası aile, polis, küçük yaşta kızı alıkoymak falan filan.
Şimdi nedir bu?
Yani o yaşta bir kızı, evli bir adamın peşine takan şey?
Aşk?
Sakın, aslında bütün aşkların temelinde yatan şey, "şiddetli sevişme isteği" olmasın?
"Bunun için o telefonun gelmesi mi lazımdı?" diyeceksiniz.
E, düğmeye biri basacak elbet. Zamanın, zeminin denk gelmesi meselesi.
Kendinizi üçüncü sayfa kahramanlarından ayrı bir yere koymayın!
Hepimiz aynıyız aslında. Ha, karakolluk olmuyoruz belki ama kendi çapımızda saçmalıyoruz biz de. Aldatıyoruz, terk ediyoruz, sürünüyoruz, ağlıyoruz, zırlıyoruz, kendimizi hayattan siliyoruz, kırıyoruz, döküyoruz, türlü rezillik yaşıyoruz. En az otuz sene bizi "iptal eden" bir şey var hayatımızda kısaca.
Nedir bu?
Aşk!
Mı acaba?
Yoksa daha güçlü, daha başa çıkılmaz, daha baskın bir şey mi?
"Şiddetli sevişme isteği" mi?
Hani açlıktan sonra en şiddetli dürtü olduğu söylenir ya...
Yoksa aşk zaten bu mu demek?
Bakın, yeni bir şey söylemiyorum. Bir dolu insan bunu savunuyor zaten. Ve ben, bunca yıl sonra galiba saf değiştirmek üzereyim. Çünkü bakıyorum, bütün veriler o tarafı doğruluyor.
Mesela, 50 yaşını aşmış kadınlar neden "aşk" için olmadık işler yapmazlar?
Artık şiddetli sevişme isteği duymadıkları için!
"60’ını geçmesine rağmen evden kaçan erkeklere ne diyeceksin?" diye sorabilirsiniz. Onlarınki de "artık şiddetli sevişme isteği duymamak". Ama kadınlardan farklı olarak can havliyle yollara düşüyor onlar. Hani bir umut...
* * *
Gençler bizden daha dürüst aslında...
Kızıyoruz falan ama...
Canları sevişmek mi istedi, sevişiyorlar...
Bir hafta sonra başkasıyla mı, başkasıyla...
Gerçi onlar da itiraf edemiyorlar henüz. Onlar da hálá "aşk", "düzeyli ilişki" falan diyorlar yaptıklarına.