İstanbul dışındaki okuru pek ilgilendirmiyor ama...
İstanbul’un bir Kanyon’u var malûm...
Açıkhava alışveriş merkezi.
Hakkında epey şey yazıldı çizildi. Mimarisinin şahane olduğu söylendi mesela. Ben anlamam pek ama şahaneliği şuradan geliyor herhalde: Hangi açıdan bakarsanız bakın, kıvrıla kıvrıla giden bir beton kuşak görüyorsunuz. Bu iyi bir şey demek! Dedim ya pek anlamam. Ben daha ziyade bir alışveriş merkezinde ilk bakışta dükkánları görmek isterim. Nerede ne var... Fakat burada mümkün değil. Döne, kıvrıla dibine geleceksiniz ki dükkánın...
Neyse, konumuz bu değil.
İlk açıldığı günlerde "püfür püfür" çarşının İstanbul’un iklimine uygun olup olmadığı çok tartışıldı. Boranda karda ne olacağı... Kış bekleniyordu ne olacağını görmek için.
Fakat ben umutluydum doğrusu. Bizim akıl ettiğimizi dünyaca ünlü mimarlar, koskoca holding sahipleri mi akıl edemeyeceklerdi.
Tüm ayrıntıları iyice düşünüp, çıkabilecek sorunlar için her türlü önlemi almış olmalıydılar. Hani güneşi o duvardan bu duvara yansıta yansıta en ücra köşelere kadar gün ışığını taşıyan "akıllı bina"lar var... Okuyoruz, duyuyoruz. Burada da rüzgárın yönü falan hesaplanmış, kasırga çıksa koridorda gezinenlerin haberi olmayacağı durum yaratılmıştır diye düşünüyordum. O kıvrımlar tesadüfen çıkmamıştı herhalde ortaya.
Ama, lakin, fakat...
Lafı hiç uzatmadan neticeyi söyleyeyim.
Geçen hafta kış bir-iki günlüğüne uğradığında benim de Kanyon’a gideceğim tuttu. Şöyle söyleyeyim o gün o koridorlarda yürümedim, uçtum adeta. Rüzgárın beni götürdüğü yere savruldum. Artık hangi dükkánın önüne koyduysa...
Ve dükkánlarda terleyip koridorlarda donduğum için yarım saatte saydım tam 16 defa ceketimi giyip çıkarmam icap etti. Çantayı, paketleri bırak soyun, çantayı, paketleri bırak giyin, çantayı, paketleri bırak...
Eve geldiğimde hem sersem, hem yorgundum. Diyeceksiniz ki, "Nişantaşı’nda sokakların üstü örtülü mü?"
Hayır ama aynı şey değil.
İnsan alışveriş merkezinde sokakta olmak istemiyor.
Hem kurander denen şey en ağır kış şartlarında sokağın ortasında olmaktan daha beter çarpıyor insanı. Kışın koridorlar ısıtılacakmış! Sorun soğuk değil ki, rüzgár. Hava ilk bozduğunda bir gidin. Göreceksiniz bir sopanız eksiktir ki o da olsa adeta birer "rüzgárgülü"sünüz.
Hapisten çıktı
Ben Zuhal Olcay’ı çok beğenirim.
Sahiden.
Oyunculuğunu, şarkıcılığını...
Yüzündeki o kimselere benzemeyen ifadeyi... Asil, hüzünlü, gizemli, filozofça.
Hayatı çözmüş, hazmetmiş, insanları anlamış, yerli yerine koymuş, kendisini de sabitlemiştir sanki. Yıkılmaz kale gibidir artık.
Fakat bir şey söyledi geçenlerde... Sevgilisiyle ilgili... "Bir ilişki yaşıyorum, 1.90 boyunda, benden genç ve bir o kadar da yakışıklı birisi var."
Şimdi bunu mankenlerden biri söyleseydi, tamamdı. Fakat Zuhal Olcay... Nasıl anlatsam, yumruk yemiş gibi oldum.
Sonra baktım birçok kişi yadırgamış benim gibi. Kimse beklemiyormuş meğer Zuhal Olcay’dan, sevgilisini anlatırken önce ve hatta sadece boyunu bosunu, gençliğini vurgulamasını. Bir yerlere "gönderme" yaptığını düşünenler var. Ben de aynı şeyi düşündüm ne yalan söyleyeyim.
Fakat çabuk toparlandım ben. Belki sevdiğim birini koruma içgüdüsüyle.
Şimdi diyorum ki, Zuhal Olcay da bir kadındır. O da hepimiz gibi beğenilmediğini zannetmiş, üzülmüş, kırılmış, öfkelenmiş, biriktirmiş, taşmıştır. Çok da iyi etmiştir. Sağlık işaretidir bunlar. "Gönderme"yse de "gönderme"dir!
Kendisi de zaman zaman şikáyet ediyor zaten yanlış tanınmaktan. Evet biz onu "hayatın dışına" hapsettik galiba yıllarca. Ama o en sonunda o duvarların aslında hiç olmadığını gösterdi bize.
MIŞ MUŞ
İki çocuk, kadının ömrünü uzatıyormuş.Bir elin nesi var iki elin sesi var!
Mesut Yılmaz "Erkan Mumcu’ya kırgınım, birçok ismi partide toplardım; bu, partiye 5-10 puan kazandırırdı" demiş.Parti adına kırgın yani! Aklınıza başka bir şey gelmesin!
Tuba Ünsal, Yalın’a "Sensiz kelek karpuz gibiyim" diye şiir yazmış.Sırf Yalın’sızkense problem yok!