Paylaş
‘‘Kaptanınız Topal Ahmet
Yolcular Allah'a emanet
Bolu'da tandır kebabı
Terme'de pancar çorbası’’
Otobüsler bu maniyle kalkıyor garajdan. Güzergah değişince mani de kısmen değişiyor haliyle. Kebap kah testiye giriyor, kah kuyuya sarkıyor.
Eti kılıktan kılığa sokmakta bizden daha mahir bir millet yoktur. Tüm yaratıcılığımızı ete kanalize etmişizdir.
Fransa'da garajda çığırtkan olduğunuzu düşünün; otobüs nereden geçecek olursa olsun mönü aynı. Bonfile.
‘‘Lyon'da bonfile
Marsilya'da bonfile’’ diye bağıracaksınız.
***
Gelelim sadede.
Geçenlerde garaja yolum düştü. Bir yerden gelip bir yere gitmiş değilim. Kahramanmaraş'tan dondurma getirmiştim de onu almaya gittim. ‘‘Amma attın’’ diyeceksiniz. Atmıyorum. Dondurma erimeden geldi. Hatta erimeden de kanalizasyona karıştı.
Şöyle:
Bir kere gerçek Maraş dondurmasını dil darbesiyle yemeniz mümkün değil. Taşı eritebilir misiniz yalaya yalaya? Kaşıkla yemeye kalksanız, Kahramanmaraş dondurmasını alt edecek kahraman kaşık daha üretilmedi.
Bıçakla döner doğrar gibi doğrayıp parça parça ağzınıza atıyorsunuz. Üç beş defa ağzınızda döndürüyorsunuz. Erimiyor. Yutuyorsunuz. Kanaatimce midenizde de erimiyor. İşi bilenler yemeden önce bir bardak ılık su içilmesini tavsiye ediyorlar. Hayır, zorumuz ne anlamıyorum. Nedir dondurmaya karşı verilen bu çetin savaş?
***
Hala sadede gelemediğimi farkettim. Aslında garajı anlatacaktım bugün.
Nerde o eski garajlar? Hele Topkapı. Ne denklerin üstünde bekleşen kadın ve çocuklar topluluğu kalmış, ne de insanı hiç aklında yokken kolundan çeke çeke Sivas'a yollayan çığırtkanlar. Yine çığırıyorlar ama elle taciz yok. İnsafa gelmişler. Dediğim gibi Adana'ya gidecek adamı Sivas'a göndermiyorlar. Lakin Adana'ya da göndermiyorlar. Yol üstünde bırakıyorlar.
Kötü niyetten değil. Firmanın arabası Adana'ya kadar gitmiyor. Gitse dükkan sizin. Ama ticarette ‘‘Gelen müşteri geri çevrilmez’’ prensibi var olduğundan misal otobüs Niğde'ye gidiyorsa biletini Niğde'ye kesiyorlar yolcunun. ‘‘Pantolon uyduramadık kravat verelim’’ misali. Eh, Niğde'den Adana'ya ne var ki; iki adımlık yol. ‘‘İnsafa gelmişler’’ dediğim bu.
***
Yine garaja dönelim.
Pek ruhsuz bu yenisi. Bereket yolcular eski rengini koruyor.
Misal geçenlerden biri İçel'e askere gidecek oğlu için bilet almaya gelmiş. Görevli alıştığı üzere Mersin yazmış biletin üstüne. Adam bir elinde İçel yazan celbe bir de Mersin yazan bilete bakmış, başlamış bağırmaya: ‘‘Siz beni aptal mı sanıyorsunuz?’’ ‘‘Sanmıyoruz, eminiz’’ dememişler tabii. Mersin'le İçel'in aynı yer olduğunu anlatmaya çalışmışlar. Uzun uzun.
***
Anadolu'ya yolculuk sosyetenin Avrupa'ya yaptığı yolculuklara çok benziyor. Hani boş bavullarla gidilir ya Avrupa'ya; İstanbul'dan memleketlerine öyle gidiyorlarmış. Boş bidon ve çuvallarla. Dönüşte bulgur, un, biber, salça vs. ne varsa. O kadar ki, bagaja sığmayan çuvallar için bir de kamyon geliyormuş otobüsün arkasından.
***
Otobüs Bolu Dağları'ndan Kırıkkale'ye doğru ilerlerken, kendisinin hala Kırklareli'ne gittiğini sananlar varmış. Aslında olmayacak şey değil. ‘‘Düşünce gücü’’yle herşey mümkün.
***
Garajda otobüsün hareket saatini beklerken tuvalete gitmek üzere çıktığı yazıhaneyi bir daha bulamayıp otobüsü kaçıranlar da varmış. O sırada yazıhanenin önünden geçmekte olan birini nişan koyuyorlar zahir. Bunlar tuvaletten çıkana kadar adam ‘‘Edirne Seyahat’’in önünden ‘‘Kars Turizm’’in önüne gelmiş oluyor.
***
Promosyonun şehirlerarası yollara çıktığını duymuş muydunuz? Çağa isim arayıp duruyorlar ya, en uygunu ‘‘Promosyon Çağı’’ bence.
Yolcular arasından kurayla belirlenen beş kişiye çeşitli hediyeler dağıtılıyormuş. En yaygını altın, bilet parasının iadesi ve gömlek.
Yolculara şarap eşliğinde açık büfe yemek veren firmalar da varmış.
***
Muavinler neredeyse ayrı bir yazı konusu. Kibar olması konusunda eğitilip ilk işine çıkarılanlardan biri ‘‘Zahmet olmazsa su isteyecektim’’ diyen kadın yolcuya: ‘‘Zahmetinizi s.....m, bu bizim görevimiz hanımefendi’’ demiş.
***
Ve bir garaj klasiği.
Asker uğurlamaları.
Yola çıkmadan şehit ya da gazi olanların sayısı az değil. Hiçbir şey olmasa yolda kazaya uğrama ihtimalleri yüksek. Zira uğurlamaya gelenler otobüsü öyle bir sallıyorlarmış ki; dengede durmasını sağlayan körükler patlıyormuş.
En şaştığımsa havaya atılıp tutulanların nasıl olup da yere düştüğü. Zira o arada iğne atsanız düşmez yere. Koskoca vücut o sıkışıklıkta nasıl boşluk bulup da yere vasıl oluyor anlayamıyorum. Zahir önce atıp sonra: ‘‘Başımıza neyim düşer’’ endişesiyle kenara çekiliveriyorlar. Yahut o kadar yükseğe fırlatıyorlar ki, o düşüş yolundayken orada bulunma nedenlerini unutup dağılmış oluyorlar.
Mış Muş...
Demirel: ‘‘Cahillikle savaşta mesafe aldık’’ demiş.
Evet. Arpa boyu.
İsmail Türüt: ‘‘Kadın döverim ama hastanelik etmem’’ demiş.
Ben de türkücü döverim, hem de hastanelik.
Dışişlerinde elinde tepsi ile dolaşan çaycı dönemi bitmiş.
Elinde plastik bardakla dolaşan memur devri başlamış.
Candan Erçetin ‘‘Erkek konuşurken alt yazı geçmeli’’ demiş.
Bence en iyisi ses kapama düğmesine basmak.
Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndaki törende Sezer'le Ecevit arasındaki buzlar erimiş.
Askerden korkmayan taş olsun.
Paylaş