Mutluluklar dilerim

Mutluluğun formülü bulunmuş.

‘‘Şükür buna da yetiştik’’ dedim okuyunca.

P+(5xE)+(3xH)

Beş adet orta boy enginarla üç adet iri havucu ve bir pırasayı doğrayıp kaynamakta olan suya atın. İki taşım kaynattıktan sonra süzün, mikserden geçirin, bir kaba koyun. Sabahları aç karnına birer tatlı kaşığı yiyin. Ondan sonra mutluluğu seyreyleyin.

‘‘Bunun gibi bir şey olmalı’’ diye düşünmeye devam ederken altını okudum haberin. Ve mutluluk başka bahara kaldı yine.

Bu da enteresan bir laftır. Başka bahara kalması şunun bunun. Neden yaza kışa değil de bahara?

Neyse laf lafı açmasın şimdi.

Mutluluğun formülü var var olmasına da öyle hap haline getirilip ağızdan verilmiyor maalesef.

İş yine size düşüyor. Ama sakın gözünüz korkmasın, iş dediysem elinize alet edavat alıp çalışacak değilsiniz.

Yapacağınız şey çok basit.

Bir, dünyaya olumlu bakacak, başarısızlıklarınızdan üzüntü duymayacaksınız.

İki, dışa dönük, enerjik, esnek olacaksınız.

Üç, sağlığınız yerinde, paranız cebinizde, kendinize güveniniz tam olacak.

Dört, kendinizi iyi tanıyacak, hayatınıza yön verecek aktivitelerde bulunacaksınız.

Nasıl? Kolay değil mi?

Bakın bu formülün bir iyi tarafı da sırf size yüklenilmemesi. Bir nevi iş bölümü yapılmış.

Mesela, yakınlarınız istediğinizde size destek verecekler.

Mesela, tuttuğunuz takım bütün maçları alacak, şampiyon olacak.

Mesela, partneriniz şahane sevişmeler yapacak.

Tabii siz de yeri geldiğinde onların mutluluğuna katkıda bulunacaksınız. Kısaca ‘‘imece usulü mutluluk’’ da denilebilir.

*

Başka bahara dedim ama, içimi bir sevinç kapladı. Daha şimdiden mutlu sayılırım. Kavradım zira formülü. Bundan sonrası çorap söküğü gibi gelir artık.

Kavrayamadığım bir şey kaldı, o da şu: İngiliz psikolog bunu nasıl oluyor da yeni bir şeymiş gibi ortaya koyuyor?

Şimdi ben de yarın ‘‘Yürümenin formülünü buldum, önce bir ayağınızı sonra öteki ayağınızı öne atınca yürümüş oluyorsunuz’’ diye ortaya çıksam...


Burun değil bu


Türkiye'nin ilk ‘‘penis resimleri’’ sergisi açılmış.

Ressamı Taner Ceylan.

Duyunca dedimki: İyi ki bu köşede sanata dair tanıtım, eleştiri, şu bu yazmıyorum. Şimdi nasıl anlatacaktım bu sergiyi?

‘‘Pek güzel, gidin, görün’’ desem yeterli değil. Açmak lazım. Nesi güzel, anlatacaksın. Rengi mi, biçimi mi...?

‘‘Ressam ışığı öyle ustaca kullanmış ki nesneler olduğundan haşmetli görünüyor’’ desem, hiç olmaz. Kimbilir nerelere çekerler.

Bakın şuraya kadar örnek olsun diye yazdıklarım bile başımı belaya sokabilir.

‘‘Neden?’’ diyeceksiniz. İzah edeyim.

Hakkı Devrim çarşamba günü Radikal'deki köşesinde Serdar Turgut'un iki ifadesine yer verdi.

Biri şu: ‘‘Akşam bir aile gazetesi olduğu için burada bana denilenleri tekrarlamama maalesef imkán yok.’’

Diğeri bu: ‘‘Öteki Türkiye'nin 'Penis sorunsalı'nı yazacağım, bu konuyu irdeleyeceğim ilk fırsatta.’’

‘‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu’’
demek istiyor Hakkı Devrim. Yani ‘‘'Penis sorunsalı' uyuyorsa bir aile gazetesine, her şey uyar’’ demeye getiriyor bir bakıma.

Devrim bildiğim kadarıyla bizim grubun Yayın Konseyi üyesi. Bilmem anlatabiliyor muyum?

Ayrıca Akşam aile gazetesidir de Hürriyet bekár gazetesi midir?

İşte bunun içindir ki sanat yazıları yazmadığıma şükrediyorum. Sanatçılarda genellikle utanma duygusu olmaz, kimbilir daha nelerin resmini, heykelini yapacaklardır. Maazallah.

Tamam, bizim bir suçumuz yok, biz bu organları bize verilmiş olarak bulduk dünyaya geldiğimizde ama yine de bunlardan uluorta söz etmek, resmini yapmak hoş değil arkadaşlar.

Bakın, burnunuzu her türlü sanat olayında istediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Zaten Allah da onu orta yere koymuş. Bir gizliliği yok. Ama adını anmak istemediğim, sergiye konu olmuş organın durumu başka. Burun gibi olsaydı onu da görünür bir yere koyardı herhalde di mi?

‘‘Vajina Monologları’’nı seyredemeyip kalkanlar varmış mesela. Yaa işte böyle.


Sabit bekleme yapmayın


Bugün kaleme almış olduğum çeyrek düzine yazıdan ikincisi oluyor bu ‘‘İyi ki’’ diyerek şükrettiğim.

İyi ki alışveriş, yeme içme hususunda okuru aydınlatan yazılar da yazmıyorum.

Benim gibi tembellerin işi değil. Kendimi kaldırıp götürene kadar okur oraları çoktan görmüş, gezmiş, ezberlemiş olurdu.

Zeytinburnu'ndaki Olivium mesela... Daha yeni gidip görebildim.

Nezdinizde modası geçmiş olabilir ama ben yine de anlatacağım.

Sözkonusu çarşı bir ‘‘Outlet’’ merkezi olduğundan ben orayı pazar yeri gibi bir yer zannediyordum. Yığınlara dalınacak, aradan işe yarar bir şeyler bulup çıkarılacak.

A, karşıma Akmerkez gibi bir yer çıktı. Dizi dizi şık dükkánlar, kafeler falan. Hoşuma gitti doğrusu. Askıdan beğendiğin şeyi seçecek, kabinde adam gibi deneyeceksin, neticede komik bir para ödeyip çıkacaksın.

Meğer kazın ayağı öyle değilmiş. Yani fiyat konusunda...

Her girdiğim dükkánda ‘‘Hani buranın özelliği ucuz oluşuydu’’ dedim, yüzüme ifadesiz ifadesiz baktılar.

Aslında haklılar. Aynı malı neden orada ucuza satsınlar? Firmanın öteki çarşılardaki dükkánlarını kapatması lazım o zaman.

Peki nedir bu çarşının özelliği? Ben anlayamadım vallahi.

Desem desem şunu diyebilirim Olivium için:

‘‘Zeytinburnu'nda da çok katlı, otoparklı, beyaz eşyadan tabak çanağa, giyim kuşamdan kırtasiyeye, her şeyi bulabileceğiniz hoş bir çarşı var. GenelMüdürüyle, Halkla İlişkiler Müdiresi de pek zarif kimseler.’’

‘‘Sabah gidin akşama kadar vakit geçirin, Okahve'de mutlaka fesleğen soslu spagetti yiyin’’
de derim.

Ama ‘‘Çarşı ucuzluktan yıkılıyor’’ diyemem. Hatta ‘‘Kaldırın o 'Outlet Center' ibaresini oradan’’ diyebilirim.

Bir de derim ki, ‘‘Çarşıdan çıktığınızda sakın ha kapısında 'Sabit bekleme' yapmayın. Arabanızı bekliyorsanız kaldırımda geze geze bekleyin.’’ Görevli delikanlı bize aynen böyle söyledi zira.


MIŞ-MUŞ


Saddam, ‘‘Savaşın galibi olacağız’’ demiş.İşte o zaman bizim için 'Evdeki hesap çarşıya uymaz' durumu hasıl olacak.

Türkiye'nin yüzde 15'i İngiltere ve İtalya standardında yaşarken yarısı da Pakistanlı ve Ugandalı kadar yoksulmuş.

Evelallah birkaç kriz sonra o azınlık da ‘‘Ugandalılaştırdıklarımızdan’’ olur.

Baykal, ‘‘Kıbrıs'ı veriyorsunuz, bari gürültü yapmayın’’ demiş.

Sessiz sedasız verin ki kendisi büyük bir gürültü çıkarabilsin.

Kızılay savaş durumuna hazırmış.

Yani çadırları yamamışlar.
Yazarın Tüm Yazıları