KARİZMA, imaj, taht, şu bu, aslında kumdan kale olunca üfürükle yerle bir olması da kaçınılmaz bir durum elbet.
Eda Taşpınar’ın giydiği, o birbirinden şahane (yoksa tuhaf mı?) kıyafetlerin taklit olduğu ortaya çıkınca kızcağızı ikonluktan alaşağı ettiler.
Onun da keyfi kaçtı tabii.
Unvanlar kolay kolay bırakılmaz.
"En berbatı bile hiç yoktan iyidir" diye düşünülür.
Sizi "lağım kraliçesi" seçtik deseler, tacınızı üç gün sonra geri alsalar, bozulursunuz. "Allah kimseyi gördüğünden geri koymasın" derler ya hani...
Herkesin "Başkanım" diye hitap ettiği biri vardı, sordum bir gün, nereden geldiğini... Fesleğenseverler Derneği mi ne... Fi tarihinde bir gün, bir toplantı esnasında, esas başkanın ihtiyaç görmesi icap edince, bizimki iki dakikalığına başkanlık etmiş toplantıya. Hepsi bu.
Fakat yıllar sonra hálá "Başkanım" aşağı, "Başkanım" yukarı.
"Ne başkanlığı!" demiyor adam.
Demediği gibi, kuşaktan kuşağa, ortamdan ortama yayıyor, duyuruyor. Zira onun oradaki o iki dakikalık başkanlığını bilen, duyan yok ortada.
Uzatmayayım, Eda Taşpınar haklı bozulmakta.
Fakat onu alaşağı edenler haklı değil.
Kızcağız ne yaptı yani alt tarafı?
Dünyaca ünlü modacıların kıyafetlerini ufak tefek değişikliklerle kendine uydurdu.
Pek yabancısı olduğumuz bir durumdur da!.. Duyunca şok geçirdik.
Her şeyimiz özgündür çünkü!
Mimarimiz mesela... Taklidin "t"si yoktur!
Müzik deseniz... Kimse Arap, Yunan müziklerinden "aparma" yapmaz!
Ayol siz ne diyorsunuz?!
Siyasetimiz bile taklittir bizim.
Rahmetli Özal, karısının elinden tutup da meydanlara çıkmayı Amerikalılardan görmüştür.
Televizyon programlarının neredeyse tamamı yabancı formattır.
Fakat neymiş, Eda Taşpınar elbiselerini kendi çizmemişmiş!
Ne bekliyordunuz?
Eda Taşpınar da bu memleketin evladı değil midir?
Kızcağız hiç olmazsa taklit edecek iyi bir şey bulmuş. Oysa onu bile gözünden vuranlar var. Buna da şükür yani.