Kısa yazılar

Sayın Başbakan’ımızın, Rahmi Koç’un sakal-bıyıklı adamı işe almamasından hareketle "ayrımcılık" üzerine yapmış olduğu konuşmadan cesaret alarak...

Sayın Başbakan’ım!

Bu memlekette vücudu "fit" olmayan kadınlar bazı mekánlara kabul edilmiyorlar, haberiniz var mı?

Yemin ederim, doğru söylüyorum.

Ha, kapıdan çevrilmiyorlar fakat içerideki ahali tarafından sınava tabi tutuluyorlar. Göz ucuyla şöyle bir bakılıyor kapıdan giren kadına... Göbek varsa kadın yok!

Yok farz ediliyor yani.

Personel bile sipariş almaya beş defa çağrıldıktan sonra geliyor.

Diyeceğim, türbanlı kadından ziyade göbekli kadına "zulüm" vardır, bilesiniz!

Bir başka deyişle "Bu topraklarda herkese göre bir ’kamusal alan’ mevcuttur."

*

Suçluların, içeri atıldıklarında sahiden de "içeride" olmaları, dışarıyı görememeleri yani, amaca uygun mudur acaba?

Penceresizlik, kapatılmış olmayı daha da mı ağırlaştırır?

Yoksa insan derhal iç dünyasını mı çıkarır koyar ortaya alternatif olarak?

Eldeki malzemeyle yeni bir hayat mı kurar, belki daha mutlu mesut?

Esas ağır olanı, dışarıyı görmemektir belki de.

Elinde karpuzla eve giden adamı...

Birbirine sarılmış iki sevgiliyi...

Simitçiyi...

Hayatı yani...

Görmek ama katılamamak!

Bence bu daha acı.

O zaman kendi dünyasını da tam kuramaz insan. İki arada bir derede...

Öteki türlüsü oysa... Hani ne derler "Göz görmeyince gönül katlanır."

Diyeceğim, mahkûmlar açısından bakınca, "kapalı" olmaları "iyi hal"idir hapishanelerin.

Yok, sıcak başıma vurmadı... Avusturya’da bir erkek hapishanesinin fotoğrafını gördüm gazetede. Dış cephesi tamamen cam. Ama hücreler iç kısımda yine.

Oradan geldi aklıma.

*

Hepimiz üzgün, şaşkın, endişeliyiz.

Korkuyoruz olup bitenlerden, olacaklardan.

Fakat durumu en kötü olanlar, kendisi "bu taraf"tayken savunduğu bazı değerlerin "karşı taraf"ta kaldığını görenlerdir herhalde.

Tıpkı köyün ortasından sınırın geçmesiyle bir gecede akrabalarıyla "yabancı" olanlar gibi.

Evet, var böyleleri... Bu defa aradaki çizgi o kadar kalın ve net değil gördüğüm kadarıyla.

*

Tarih tekerrürden ibarettir!

Evet, gazeteler eski haline dönüyor.

Yani çocukluğumdaki haline.

"O gazete bizim", "Bu gazete sizin" hali yani.

Epeydir hepsi herkesindi oysa. Birkaç fanatik olanı hariç...

Şimdi yine "gazeteni söyle sana kim olduğunu söyleyeyim" devri başladı.

Gazetecinin önünde birbirine ters ters bakmalar, "zararlı""zararsız"ların arasına gizlemeler falan...

*

Daha öğrenecek ne çok şey var...

Şu karşımdaki, parmaklığın üstüne tünemiş olan kuş mesela... Kendi minik, kuyruğu uzun.

Adını bilmiyorum.

Hep buralarda mıdır, göç eder mi...

Türkiye’ye ilk gelişi olmadığı kesin ama.

Bugün ortaya çıkmış yeni bir tür olmadığı da.

Ama ben ilk defa görüyorum.

Başımı kaldırıp bakmamışım...

Gördüysem bile fark etmemişim...

Fark ettiysem bile hakkında bir şeyler öğrenmek için kitap karıştırmamışım, kimseyle üstüne konuşmamışım...

Ki ben doğa ve hayvanlar konusunda "kör" olanlardan değilim.

Daha öğrenecek ne çok şey var...

Bildiklerimizi tekrardan, vakit yok.

MIŞ MUŞ

Æ"Dink iyi ki gebermiş" diyen öğrencisine "Böyle konuşamazsın" diyen öğretmen TRABZON’a tayin edilmiş.Tayin süsü verilmiş idam cezası!

ÆTarkan’la Bilge ağlaya ağlaya ayrılmışlar.Zorla ayıran mı oldu? Sevinç gözyaşlarıdır onlar!

ÆAydan Şener "Aşka inancımı yitirmedim" demiş.Yani, daha hormonları hız kesmemiş!
Yazarın Tüm Yazıları