Hepimiz "pazarlamacı"yız. "Tezgahtar" ya da. Şimdiki adıyla "satış görevlisi".Kendimizi pazarlıyoruz! Defolarını, eksiklerini, fazlalarını en iyi bildiğimiz "mal"ı!
Bu durumda işimiz kolay gibi görünüyor ama değil.
Yalan yoruyor insanı çünkü.
Ateşi görünce eğrilip büğrüleceğini bildiğiniz tencereyi ha bire övmek gibi... Üstelik orada sıkışınca kaçma ihtimali var her zaman.
Onun için durmadan öveceksiniz kendinizi... Övmek dediysem, taşın üstüne çıkıp gelen geçene ne şahane biri olduğunuzu anlatmak ya da üstün niteliklerinizi anlatan yaftayla dolaşmak değil.
Çok güzel olduğunu düşündüğünüz bacaklarınızı sergilemek de övmektir, kötü göründüğünü düşündüğümüz göbeğimizi gizlemek de...
Göstere göstere ibadet etmek de, milyonların önünde bağış yapmak da...
Her zaman kendimizi haklı çıkarmaya çalışmak da, "Sadece belgesel seyrederim" demek de...
Hatta "olduğu gibi görünmek" de. Doğallığımızı pazarlamış oluyoruz.
***
Evet, hayatımız kendimizi pazarlamakla geçiyor.
Ana-babamıza, öğretmenimize...
Arkadaşlarımıza...
Patronumuza...
Sokaktaki adama...
Ne zeki, ne akıllı, ne güzel, ne duyarlı, ne merhametli, ne dindar, ne vatansever, ne yetenekli, ne becerikli, ne külyutmaz, ne çalışkan, ne başarılı, ne sevilir, ne güçlü, ne güvenilir, ne sadık, ne cömert, ne zevkli, ne bilgili, ne iyiliksever, ne saygılı, ne dost canlısı, ne, ne, ne...
Olduğumuzu anlatmaya çalışıyoruz durmadan. Birazı doğru, çoğu yalan.