Paylaş
Gidemiyorum. Orası benim memleketim ama gidemiyorum. Gitmeye niyetlendiğimde yüreğime bir sıkıntı çöküyor. Gitmekten alıkoyacak bir bahane bulmaya çalışırken yakalıyorum kendimi. Ve bulduğumda rahatlıyorum.
Aslında neden gitmek istemediğimin farkındayım ama üstünde durmuyorum, düşünmüyorum, geçiştiriyorum. İcat ettiğim bahanelere sıkı sıkı sarılıyorum.
Geçenlerde metronun açılışına davet ettiler. ‘‘Gelirim'' dedim önce. Sonra baktım yine o sıkıntı. Arayıp ‘‘gelemiyorum'' dedim. Ve bu sefer aklımdan geçenleri kovmadım. Cesaretle üstüne gittim. Sonunda gerçeği itiraf ettim. İZMİR BANA ACI VERİYOR.
* * *
İstanbul'a ilk geldiğim yıllar ne güzeldi. İzmir'den gelen her telefonda iyilikler, güzellikler vardı.
‘‘Falancanın kızı evlenmiş.''
‘‘Bilmemkimin çocuğu olmuş.''
‘‘Filancanın oğlu üniversiteye girmiş.''
‘‘Fuar gelse de İzmir'e gitsem'' diye can atardım. Tam bir ay çalacak kırk tane kapım olurdu. Her biri kendi evim gibi. Yemeler, içmeler, birikmiş dedikodular... Sevgilerinden emin olduğum ana yarısı, baba dostu insanlar.
* * *
Önce babamı kaybettim. Beni İzmir'den koparan ilk acıydı bu. O günden sonra ‘‘İzmir'' denince aklıma gelen babamın artık orada olmadığıydı.
Sonra son senelerde iyice artan başka acı haberler. Ya bir ölüm, ya bir ölümcül hastalık.
Kapanan kapılar,
Önünden geçerken bakamadığım pencereler,
Ayağımın gitmediği sokaklar.
* * *
Acı yalnız İzmir'de mi var? Hayır. Ancak yaşadığımız şehirlerde tek başına çıkmıyor karşımıza. İşin, gücün, koşuşturmanın, türlü hengamenin arasına sıkışıp kaynayıp gidiyor.
Peki arkamızda bırakıp geldiğimiz şehirlerde hayat akıp gitmiyor mu? Akıyor elbet. Ama biz görmüyoruz. Bizim için orada herşey bıraktığımız gibi duruyor. Orada insanlar hayatın içinden birileri değil de bir fotoğrafta donup kalmış gülümseyen yüzlerden ibaretler. Öylece duruyorlar.
Sonra bir bakıyoruz ki, o fotoğraftan birileri eksilmiş ve durmadan eksilmekte. Geriye kalan üç beş kişiye hergün artan bir endişeyle bakıyoruz. ‘‘Acaba...?''
* * *
Ya akranlarım, arkadaşlarım? Onların da herbiri bir yerde. İzmir'de kalan çok az.
İlk sevgili? Hani okul çıkışı kapıda bekleyen ama aynı kaldırımda bile yürünemeyen; sadece uzaktan bakışılan?
Ya da başka sevdalar? ‘‘Böylesi olmaz'' zannedilen?
Onlara hiç rastlamamak daha iyi. Kahrolası zamanın hepimizi eze yok ede geçip gittiğini bir kez daha idrak etmesem de olur.
* * *
İzmir ya da bıraktığımız başka yerler... Zaman zaman dönüp baktığımız; göremediklerimiz için acı çektiğimiz...
Hani filmlerde ‘‘Bilmemkaç yıl sonra'' yazarlar ya, onun gibi...
Ya da dondurulmuş, 20 yıl sonra hayata döndürülmüş insanın hikayesi gibi...
Hiçbir şey bıraktığımız gibi değil.
Bir varmış bir yokmuş. Evet aynen öyle. Varlardı şimdi yoklar.
* * *
Ne Kordon Boyu avutuyor beni, ne Saat Kulesi'yle Kemeraltı. Hiçbiri umrumda değil. Memleketi ‘‘Memleketimiz'' yapan yalnızca taşı toprağı değil ki; en çok da sevdiklerimiz.
İçimden ne yapmak geliyor biliyor musunuz? Başta annem olmak üzere bütün sevdiklerimi pamuklara sarıp oradan kaçırmak.
‘‘İzmir'in ne suçu var; sen zamanı durdur durdurabilirsen'' dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Haklısınız.
t Mış muş...
l Hülya Avşar ‘‘Güzelsin sözü beni sıkıyor'' demiş.
Güzelliğin seni değil bütün kadınları sıkıyor hayatım.
l En uzun Japonlar yaşıyormuş.
Ota boka alınıp intihar etmezlerse tabii.
l Işık hızı aşılmış.
Bu ne hız!
l Deniz Akkaya ‘‘Yıldırım Mayruk için soyunurum'' demiş.
Artık çıplaklığınızın kıymet-i hakikıyyesi kalmadı. Kim için giyinirsiniz onu söyleyin.
l Amerika'da bir kadının poposuna göğüs silikonu takmışlar.
Kocasının işi kolaylaştı. Karısının poposunu ellemekle bir taşla iki kuş vurmuş olacak.
l Enflasyon düşüşte nazlanıyormuş.
Amuda kalkalım; o kendini çıkıyor zannetsin.
l Halis Toprak şirketlerinden ayırdığı damatlarına şirketleriyle ve bankasıyla iş yapmayı da yasaklamış.
Önce paranın ucunu göster, kızları ver, sonra ‘‘Pışşt, bende o göz var mı?'' de. Damatlar düpedüz kandırıldılar.
l Erbakan gövde gösterisi yapmış.
Bu memleketin artık gövdeye ihtiyacı yok beyefendi. Olsa sizden ala pehlivanlar var.
Paylaş