YAZARLARIN en çok ilk birkaç cümle için sancı çektiğini biliyoruz. Kıytırık bir köşe yazısında bile sağlam bir cümleyle başladınız mı gerisi akar gider. Yazar için de, okur için de.
Hele romanda...
Ya kapılıp gidersiniz ilk birkaç cümlenin peşine, ya da kapağı kapatır başka bir zamana ertelersiniz okumayı. O zaman bazen hiç gelmez.
Konunun sizi saracağına dair bir ipucu değil sadece sözünü ettiğim... Akıcı üslupla doğru Türkçe de var işin içinde.
"Sonuncusu olmadan kalemi eline almaya kalkan var mıdır?" diyeceksiniz...
Bilmem. Belki vardır.
Ama bir defalığına. İkinci kitabı yazmak kısmet olmaz herhalde.
*
Lafı uzatmadan, merakım şu: Orhan Pamuk da onlarcasını beğenmeyip yırtıp atıyor mudur?
Mesela, son romanı Masumiyet Müzesi’ndeki ikinci cümle...
"Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi?"
Aklına ilk geldiğinde hemen beğenmiş midir?
Peki siz beğendiniz mi?
Ben beğenmedim.
Kötü bir çeviri gibi duruyor.
Hayal kırıklığı...
İnsan kusursuz Türkçe bekliyor Nobel’li yazardan.
Yine de sonuna kadar okuyacağım. Okuyorum da.
Aklımdan bir sürü şey geçiyor...
Ayıp etmekte olduğum mesela...
Belki de ilk ve tek Nobel’li yazarımızın, insanı yer yer şaşkına çeviren "idare eder" Türkçesi’ni idare etmeliyiz.
Kim bilir, artık önemli olan, yazarların ne anlattığıdır, nasıl anlattığı değil.
Konunun geçtiği 1975 yılını da düşünüyorum... Evet, bekáret çok önemliydi. Ama romandaki kahramanlar gibi üstünde bu kadar çok konuşur muyduk, o günkü aklımızla, o günün şartlarında farkında mıydık saçmalığın?
Sonra, o yıllarda Amerika’larda, Fransa’larda okumuş gençler müsamere tadında mı konuşurlardı birbirleriyle?
Bunları düşünüp hatırlamaya çalışıyorum.
Bir romanda kaç kez "ıhlamur kokan bahar rüzgárı" girer pencereden?
Bu da geçiyor aklımdan.
Fakat kahramanların kullandıkları eşyaların, üzerinde seviştikleri yatağa kadar, bir müzede sergilenecek olması harika bir fikir!
Gümüş dizisinin çekildiği köşkün Arap turistlere açılması gibi... Ama Pamuk’un okurları "Füsun’la Kemal nerede?" diye sormazlar herhalde.
*
Aslında bütün mesele bir kitabın "büyük bir merakla beklenmesi" durumu.
Büyük merakla bekleyince, başkalarında farkına bile varmayacağınız şeyler gözünüze batıyor.
MIŞ-MUŞ
Kayahan "Şarkılarım yoksa Nilüfer bir hiç" demiş."Kabak tadı verme"nin tarifini isterseniz, Kayahan’la Nilüfer’in durumu derim.
Çevre ve Orman Bakanı Eroğlu "Yangında en az zarar bizde" demiş.Zaten Türkiye’nin sorunu bu; daima kötünün iyisine razı olmak.