Hürportreler

ORTAOKUL lise yıllarıydı.

Bütün sınıf káğıtlara isimlerimizi yazıp katlar, bir torbaya atardık. Sonra elimizi daldırıp birini çekerdik.

Samimi olduğum biri çıksın isterdim, çıkmazdı. Ve adından başka hiçbir şeyini bilmediğim, çoğu zaman günaydınlaşmayı bile birbirimizden esirgediğimiz bir sınıf arkadaşıma yeni yıl hediyesi almak durumunda kalırdım. Yine öyle birinden de bana hediye gelirdi.

O yıllardan kalma bu tombala eşleşmesi bu yılbaşı öncesi gazetede çıktı karşıma. Ama bu sefer hediye almayacak, portre yazacaktım. Ve eş olarak çok samimi olmadığım birinin çıkması daha iyiydi. Öyle ya, Fatih Altaylı en samimi arkadaşım olsaydı bazı dokundurmalar için kıyamayabilirdim. Ama yine de ‘‘Sana Fatih Altaylı çıktı’’ dediklerinde pek sevinmedim doğrusu. ‘‘Eyvah!’’ dedim hatta.

Aslında kim çıkarsa çıksın yine ‘‘Eyvah!’’ diyecektim. Çünkü zor işti. Habire övsem inandırıcı olmaz, hem de iş amacından sapmış olurdu. E, her aklımdan geçeni yazsam, yarın yüz yüze bakacağız. Neticede okuduğunuz o satırları yazdım ve teslim ettim.

***

Fatih Altaylı'
yla gazetede karşılaşıyoruz tabii.

Aman Allah'ım! O da ne? Bana karşı bir sevecenlik, bir kibarlık, bir ilgi, bir güler yüzlülük, bir iltifatkárlık. Yanlış anlamayın, onu öveyim diye değil. Yazımı çoktan teslim ettiğimi biliyordu. Peki neydi? Fikrimce ne yazdığımı az çok tahmin edebiliyordu ve beni vicdan azabından öldürmeye niyetliydi.

Hakikaten azap içerisindeydim. Yazıyı geri çekip o ‘‘Kadıngazetecihiçsevmez’’, ‘‘Hoşgörüsüzdür’’, bölümlerini çıkarmayı bile düşündüm. Ama domuzluğum galip geldi.

Nihayet dergi basıldı da üstümden yük kalktı. İyi ki de değiştirmemişim bir yerlerini. Zira baktım da... Övünmek gibi olmasın ama... Hatta ‘‘gibi’’si fazla... En portreye benzeyen benim yazdığım olmuş. Ötekilerin çoğu ölülerin arkasından yazılan methiyelere benzemiş.

Hani, her aramızdan ayrılan çok iyidir, çok başarılıdır, çok zekidir, çok insandır; bulunmaz dost, harika eş, fedakár babadır falan ya... Okuyunca bu insanüstü varlıkla tanışmamış olduğunuza hayıflanırsınız hani... İşte öyle.

Ancak bir de şu var: Hep söylerim, ‘‘ölü seviciyizdir’’ diye; o güzellikleri insanların sağlığında sayıp dökmediğimizden şikáyet ederim. Bu açıdan bakınca çok beğendim ‘‘Hürportreler’’i. Hiç olmazsa herkes onurlandırılmış.

Hadi övülmekten vazgeçtim, bari portremi yazsaydı Ali Atıf Bir. Gerçi hiç karşılaşmadık, beni hiç tanımaz ama ben yazılarımda kendimi çok ortaya koyan biriyim. Ali Atıf Hoca için çocuk oyuncağı olmalıydı bu iş. Ama o topu fokus gruba atmış. Onlar da şarkıcılığımla eski sevgilime takılıp kalmışlar. Hoca'nın günahını almayayım ama bu ‘‘fokus grubu’’ bana Emin Çölaşan'ın ‘‘Minik Kuş’’u gibi geldi. Her neyse... Yine de bana çok iyi gelen yerleri vardı.

Misal, yazıları benim yerime Serdar Turgut veya Bekir Coşkun ya da Ertuğrul Özkök'ün yazıyor olma ihtimalini içeren bölüm. Demek onların yazdığını düşündürecek kadar iyi yazıyorum. Teşekkürler Ali Atıf Bir, ay pardon, fokus grubu.

***

Fotoğraflara gelince...

Herkesin değişik bir kılığa girmesi fikri hakikaten çok enteresandı. Ve başta Ertuğrul Özkök, Sedat Ergin, Bekir Coşkun, Hadi Uluengin, Esat Yılmaer olmak üzere bazılarınınkinde amaca ulaşılmıştı. Ancak Serdar Turgut, Ali Atıf Bir ve Tufan Türenç'in köpeklerini sevmelerinin, Ayşe Arman'ın karpuz yemesinin, Cüneyt Ülsever'in arabasının önünde öyle durmasının, Ferai Tınç'ın elinde şemsiyesi gülümsemesinin, Yalçın Bayer'in kulağında telefon olmasının, benim şarkı söylememin ne enteresanlığı vardı anlayamadım.

Ama bu kadar kusur kadı kızında da olur. Hoş bir iş yaptık, kabul edin.

***

Not: Ben dayanamadım, bu yazıyı yazdım, Fatih Altaylı'dansa tık yok. Böylece kimin hoşgörülü kimin hoşgörüsüz olduğu da çıktı ortaya.




MIŞ-MUŞ

Yeryüzünde ilk canlıya Van Gölü'nde rastlanmış.

‘‘Van Gölü Canavarı’’ olmadı ‘‘İlk Canlı’’ verelim abi.

*

‘‘Sibirya gribi’’ geliyormuş.

Önden altlık olsun diye soğuğunu yolladı.

*

ABD'li senatör, ‘‘Ecevit bilge bir liderdir’’ demiş.

Ama belli etmiyor.
Yazarın Tüm Yazıları